Birlikte hastane kapısından içeri girdiler. Doktor Madison'a ana salona kadar eşlik etti. Madison etrafındaki diğer insanlara bakarken,

"Vay canına..." diye düşündü.

"Buradaki insanlar gerçekten deli..."

Ortam ya da odası hayal ettiği kadar korkunç görünmüyordu açıkçası. Yüksek tavanı sebebiyle aydınlık ve ferahtı. Kapının hemen sağında boydan boya bir giysi dolabı ve solunda ise,  nevresimi yeni ve tertemiz görünen tek kişilik bir yatak vardı. Oda çiçek gibi kokuyordu. Yatağın üstünde hastanede giymesi için özel bir tulum duruyordu. Madison suratını ekşite ekşite tulumu giydi. Fazla sorun yaratmazsa buradan bir an önce çıkacağını düşünüyordu. 

Ertesi gün Madison erkenden uyandı. Kendi isteğiyle değil tabi... Hemşirelerden biri onu ilk doktor görüşmesi için uyandırmıştı. Kahvaltısını yapıp ardından doktorun odasına girdi. 

Kendini izleyen kırışmış yeşil gözlere uzun uzun baktı ve omuz silkti. Doktor eline boş beyaz bir sayfa tutuşturmuş, dün gece rüyasında gördüklerini yazmasını bekliyordu. Oysa kızın kafası da en az o kağıt kadar boştu.

"Çığlıklarının dün gece bütün hastaneyi uyandırdığını biliyor musun?"

Doktor konuşurken şefkatli görünmeye özen gösteriyordu. Madison bu anın bir an önce bitmesini diliyordu. Doktoru tatmin edecek bir rüya uydurmaya çalışıyordu... Başını ellerinin arasına aldı ve hafifçe alnını ovuşturdu. Kendini bir şeyler uydurmaya o kadar zorlamıştı ki gerçek rüyasından parçalar kafasında canlanmaya başladı.

"Ben yürüyorum... evimizde. Eski evimizde. Odama giriyorum. Odamda bir bebek yatağı var. Yatağın başında da babam. Bana gülümsüyor... Bilmiyorum çok karışık. Sanırım bebeği kucağıma vermeye falan çalışıyor çünkü bebeği kucağıma aldığımı hatırlıyorum. Aldığımda da gördüğüm şey, aslında bebek benim. Yani benim küçüklüğüm. Hatırladıklarım bu kadar."

Genç kız ona hayal kırıklığıyla bakan doktora karşı mahcup hissetmişti. Avuç içlerini yanaklarına koyup gülümsedi.

"Neden çığlık attığımı bilmiyorum.. Baya huzurlu bir rüyaydı aslında. Belki beni böcek falan ısırmıştır..." 

Madison doktoru güldürmeyi başarmıştı. Gülümsemek adamı on yaş daha genç gösteriyordu

Kahvaltıyı yeni yapmış olmasına rağmen hemen acıkmıştı. Hatta karnı gurulduyordu. Sabah kahvaltısını yaptığı yemekhaneyi bulmaya çalıştı. Ama bütün koridorlar birbirine benziyordu. Ona gelirken eşlik eden hemşire çıkarken nedense yoktu. Yemekhaneyi bulduğunda ise midesi hayal kırıklığıyla doldu. Sıra uzundu. Madison orada o kadar insan olduğunu yeni fark ediyordu. Karnı tekrar guruldadı. Sırayı bekleyemeyecekti. Sinsi sinsi en öne doğru yürüdü ve kimseye çaktırmadan araya karıştı. En azından o öyle sanıyordu... Çünkü görevlilerden biri durumu fark etmişti. 

"Sıranın sonuna geçmen gerekiyor." Dedi. Emreder bir tonda.

Madison gözlerini devirdi. "Kim söylüyor?" 

"Kurallar böyle." 

Görevli onu kolundan tutup sıranın en arkasına sürüklemeye başladı. Madison direnmiyordu. Sıranın sonuna geldiklerinde kıvrak bir hareketle kavradığı kolu tüm gücüyle ısırdı. Adam acıyla bağırdı ve küfürler savurmaya başladı. Konuşurken kızın üstüne doğru yürüyordu... Madison'a yeterince yaklaştığında durdu. Havaya kaldırdığı elini iyice gerdirdi ve genç kıza öfkeyle büyük bir tokat yapıştırdı.

Madison aldığı darbenin etkisiyle sarsılıp yere düştü. Dudağı çatlamıştı ve burnundan kanlar damlıyordu. Elinin tersiyle burnundan akan kanı sildi ve ayaklandı. Etraftaki insanlar sinirden kuduran adamın başına toplanmıştı. Madison oradan kaçmak için koşmaya başladı. Korkmuştu. Çaresizdi ve yalnızdı. Buradan hiç çıkamayacağına dair karanlık bir his kaplıyordu içini ve bu onu iyice korkutuyordu. 

Koşmayı bırakıp dışarıya açılan camlardan birinin pervazına oturdu. Dikkatini çeken bir şey görmüştü.Bir çocuk... Daha önce televizyonda gördüğü tanıdık bir yüzdü. Pensilvanya'nın köylerinden birinde bir ağabey kız kardeşini acımasızca öldürmüştü. Haber günlerce Madison'ın aklından çıkmamıştı... Tabi çocuğun yüzü de öyle. İçinde büyüyen korku doruklara ulaştı. Kendini tehlike dağının zirvesinde yürüyor gibi hissediyordu. Kim bilir daha kaç tane katil vardı burada... Güldü. Hatta kendini de onlardan biri sanıyorlardı. Bir el sırtına dokundu. Madison arkasına döndü ve ona dokunan kişiye büyük bir tekme savurdu. Bunu neden yaptığını bilmiyordu. 

"B-ben... Çok üzgünüm." 

Hemşire olduğunu anladığı kadın korku dolu gözlerle Madison'a bakıyor bir yandan da elindeki telsizle güvenlik görevlilerini çağırıyordu. Madison kaçmayı düşündü... Düşündü ama buna fırsat bulamadan etrafı görevlilerle dolmuştu bile. 

"İsteyerek olmadı.. Gerçekten.." 

Kimse onu duymuyordu bile herkes her an saldırma riski olan yabani bir hayvanmış gibi bakıyordu ona. Madison'ı kollarından tutup sürüklemeye başladıklarında her şey için çok geçti. Attığı her adım nefesini biraz daha kesiyordu. Uzun beyaz koridorun sonuna geldiler ve merdivenlerden aşağı inip daha karanlık bir yere çıktılar. Görevlilerden biri ışığı yaktı. Aydınlıkta bile etraf hala korkutucu görünüyordu. Madison'ı koridorun sonundaki odaya bıraktılar ve kapıyı üstüne kilitleyip gittiler. 

"Lütfen... Lütfen beni burada yalnız bırakmayın." 

Sesi kalın kapının arkasına ulaşıyor muydu bilmiyordu. Pes edip, pis zemine çömeldi. Elleriyle kendine doladı ve ısınmaya çalıştı. Karanlıktı ve kesinlikle çok soğuktu. Yorgun göz kapakları yavaş yavaş ağırlaştı ve kapandı.

PerukWhere stories live. Discover now