Annem beni büyük bir korkuyla izlerken babam olacakları biliyormuş gibi öylece bakıyordu bana. Daha fazla yüzlerine bakmak istemeyerek merdivenlere yöneldim. Odam da mutluydum ben.

****

×"Nasıl hissediyorsun?"

"Berbat ama zayıf."

Elimdeki telefon birden yere düştü. Elim titriyordu. Bu ölümün bir habercisi felan olmalıydı. Artık eskiden yapabildiğim pek çok eylemi zorlukla yapıyordum. En basiti yürümek. Hemen yoruluyor ve tüm gün uyumak istiyordum.

×" Tüm bunlar aptal bir erkek için mi? Değer mi?"

"Değmez."

Ama istiyorum.

" Ben sana fotoğraf atınca sende atacaktın hani?"

×" Pekâlâ, bekle bir sn."

Midem bulanmaya başlayınca kendimi tutmaya çalıştım. Şimdi olmazdı. Kusmak istemiyordum. Elimi karnıma koyarak oval hareketlerle masaj yapmaya başladım. Bir süre sonra geçti.

Batuhan sonunda bana bir fotoğraf gönderdiğinde heyecanla yüklenmesini bekledim. Yüklendiğinde açarak incelemeye başladım. Bu çok güzeldi. Sadece yüzünü çekmişti ama yine de çok şey anlatıyor gibiydi. Bu bakışları biliyordum. Kahverengi gözleri ve uzun kirpikleri vardı, kalın dudakları ve zayıflıktan içe çökmüş yanakları, küçük bir burnu vardı. Saçları pek fazla görünmüyordu ama sarı gibi duruyordu.

×" Ee, nasıl buldun?"

"Zayıf ama hoş. Sen beni nasıl bulmuştun?"

×" Zayıf olmasa bile güzel."

Gözlerim dolmaya başladı. İlk defa birisi bana güzel demişti. İlk defa. Üstelik iğrenç bir fotoğrafta görmesine rağmen.

"Teşekkür ederim, Batu. Sen iyi birisin."

×" Çok."

"Neden sürekli kendin hakkında bu kadar karamsar konuşuyorsun? İyi biri olduğunu ikimizde biliyoruz. Sen iyi birisin."

×" Seni bilmem ama bence ben dünyanın en bencil insanıyım. Ve sen de iyi biri olduğumu düşünen bir aptalsın. Sırf sana iki güzel laf edip biraz sohbet ettim diye iyi biri olmuyorum. Anla artık."

Tanrım. Ne kadar da despot bir kişiliğe sahipti bu çocuk. Neden iyi birisi olduğunu kabullenip çenesini kapamıyordu ki? Biliyordum oysaki ben, o iyi biriydi. Sadece hata yapmıştı o kadar; ki zaten her insan hata yapardı.

"Hala iyi biri olduğunu düşünüyorum."

×" Sen cidden aptalsın. Boşuna demiyorum."

Düşündüm. Batuhan'ın kendiyle alıp veremediği neydi? Aptal olduğunu düşündüğü harika bir blog yazmıştı. Binlerce okuyucusu vardı, herkese önce yaptıklarını anlatmış sonra ise onları uyarmıştı; yaptıklarımı yapmayın diye. İnsanlar aptalca şeyler yapmayı severlerdi ve seçim onların seçimiydi. Neden tüm suç onunmuş gibi davranıyordu? Aptal. Asıl aptal olan kendisiydi ama haberi yoktu.

"Midem bulanıyor. Sonra konuşsak olur mu? Tuvalete gitmeliyim."

Cevap yazmadı. Bende tuvalete gitmek için ayağa kalkmaya çalıştım. Heryerim, tüm eklemlerim, kemiklerim, organlarım ağrıyordu. Birden zil sesi odayı doldurunca ekrana baktım.

Batuhan Arıyor...

"Efendim Batuhan?" derken bir yandan karnımı ovuşturuyordum. Biraz da olsa gideriyordu bulantıyı. "Ne oldu? Neden aradın? Midem bulanıyor, çabuk söyle."

"Dur!" diye bağırdı heyecanla. "Sakın kusma. Lütfen sadece dinle." Öksürerek boğazını temizledi. "Öncelikle sen henüz tam olarak lumia hastalığına yakalanmış değilsin. Buna bir son verebilirsin. Sana yardım edebilirim. Sadece bana adresini ver. Zaten birbirine yakın şehirlerde yaşıyoruz. Sana istediğin, ihtiyacın olan her türlü yardımı yapacağım. Lütfen, yeter ki son ver buna. Bir ruhun daha gökyüzüne karışmasını istemiyorum. Bir ruh daha benim yüzümden acı çekmemeli. Lütfen izin ver yardım edeyim. Yalvarırım, İzbe..."

Sözünü keserek ben konuştum. Tüm bunları yapamazdım, bu kadar yakınken şimdi vazgeçemezdim. Olmazdı, izin veremezdim. "Batu," dedim üzgün bir sesle. "Ben yapamam. Bu kadar yaklaşmışken ona, bu kadar yaklaşmışken hayallerime olmaz, vazgeçmem. Benden herşeyi iste ama bu olmaz. Anlamaya çalış."

Gözlerimden ruhumdan dökülen kırık parçalar alev gibi akıyordu. Yakıyordu sanki tüm vücudumu. Gittikçe yayılıyordu bu duygu. Neydi bu aptal şey, çözemiyordum. Sanki bir tarafım hayata tutunmak yerine boğazıma tutunmuş beni boğuyordu. Boğuluyordum. Nefes alamıyordum ama kalbim ısrarla atmaya devam ediyordu. Hızla kan pompalıyordu, durmaksızın, daha çok ve daha çok.

Bağırdı birden Batuhan. "O sikik hayallere kavuştuktan sonra mutlu olmayacaksın."  Sesi korkunç geliyordu.  "Kaybettiklerin zihninde yer edinecek ve her lanet gün seni biraz daha delirtecek. Sonra bir bakacaksın o çok değer verip uğruna öldüğün hayallerin artık yok. O kadar değersiz, o kadar önemsizmiş ki meğer sen daha yeni farkedeceksin. Mutlu mu olacaksın sanıyorsun? Hayır, sen mutlu olduğunu sanırken kaybettiklerin seni aşağı çekecek. Dibe batacaksın."

"Ben zaten dipteyim
Göremiyor musun? Ha? Lanet olsun!" Ağlamam gittikçe şiddetleniyordu. "Ben hiç kazanmadım ki kaybettiklerim olsun. Ben mutlu olmak nedir bilmedim ki hiç öyleyim sanayım. Hayatımda hiçbirşeye sahip olmadım ben! Ailem, arkadaşlarım ve beni seven sevgililerim olmadı hiç. Ben hep yanlız ve çirkin oldum. Bırak lütfen. Bırakta en azından mutlu öleyim."

Derin bir nefes aldığını duydum. "Neden anlamak istemiyorsun?  Bu yola başvuran ve ölürken mutlu görünen kimseyi görmedim ben. Sende olmayacaksın. Bırak yardım edeyim. İstersen ailen olurum, arkadaşın olurum ve belki seni seve..."

Onu susturdum. Devamını duyupta salak saçma umutlanmak istemiyordum.

"Beni sevemezsin." diye mırıldandım. "Ben bok gibiyim."

Bir süre hatta sessizlik oldu. Midem dinmişti ama her an bulantı iki katıyla geri dönebilirdi.

"O zaman şanslısın. Bende bok gibiyim. Birbirimizi tamamlarız."

Son söylediği cümleden sonra telefonu kapattı. Bense düşünürken derin bir uykuya daldım. Tıpkı Batuhan'ın dediği gibi dibe batıyordum. Ama nedeni kaybettiklerim ya da kaybedeceklerim değildi. Nedeni kazanamadıklarımdı.

AMBALAJHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin