"Olur." dedi Colton. "Seni almamı ister misin?" 

"Sana konum atarım." 

Telefonu kapattılar. Madison evin içinde deli gibi dolanıyordu. Kendini bu işin içine sokmuştu ve bir türlü çıkamıyordu. "Sakin ol... Sakin ol! Her şeyi halledeceğim." 

Colton evin kapısına geldiğinde Madison'ı tekrar aradı. "Üstümü değiştiriyorum. Biraz bekler misin?" 

Colton'ın orada beklemeye niyeti yoktu. Madison'dan şüpheleniyordu ve eve girmek istiyordu. "Bak yağmur yağıyor ve ben burada donuyorum. "

Madison iç geçirdi. "Peki tamam.. Yukarı gelebilirsin." 

Madison kapıyı açtı. Suratsızdı. Kenara çekildi ve oğlanın içeri girmesini bekledi. Colton geniş ve krem rengi tonlarındaki salona baktı. Sıkıcı derecede düzenli görünüyordu.

"Sen burada otur. Hemen geleceğim." 

Madison üstünü giyinip hemen aşağı inmeyi planlıyordu. Colton'ı evinde uzun süre yalnız bırakmaya niyeti yoktu.

Colton başını sallamakla yetindi ve tekli koltuklardan birine oturup beklemeye başladı. Kendini hastane odasında gibi hissetmişti. İçerideki yoğun çamaşır suyu kokusu başını ağrıtıyordu. Madison kısa süre sonra aşağı indi. 

"Oraya iyice yerleşmiş gibi görünüyorsun. Gitmeye hazır mısın?" Diye seslendi salona doğru. Colton elinde Cole'un cep telefonunu kurcalarken koltuğa iyice yayılmıştı. Oradan hiç kalkmamış gibi bir hava takınmaya çalışıyordu.

"Üzgünüm." diyerek gülümsedi ve hemen ayağa kalktı. Açıkçası evde aradığını bulamamıştı. Cole'a dair hiçbir şey olmaması geçmiş, Madison'la ilgili bir şey bile yoktu evde. Ne ona ait bir fotoğraf çerçevesi, aile resimleri ya da herhangi bir şey. Buzdolabına bile bakmıştı ve 17 yaşında bir kızın yemek isteyeceği hiçbir şey yoktu. 

"Ne zamandır bu evde yaşıyorsun?" dedi Colton aşırı merakını belli etmemeye çalışarak. 

"Bilmem. Doğduğumdan beri sanırım. Neden ki?"

"Sebebi yok. Öylesine sordum. Gitmiyor muyuz?"

Madison gözlerini devirip kapıya doğru yürüdü. Soğukkanlı kalmaya çalışıyordu. Colton yukarı çıkmadan bütün çerçeveleri kaldırmıştı. Kendisi hakkında daha fazla bilgi edinmesini istemiyordu. Ya da annesi hakkında. 

Aşağı indiklerinde Madison, Colton'ın arabasına dikkatle baktı. "Kanada'dan buraya arabayla mı geldin?" 

Colton kaşlarını çattı. Bir süre kızın neyden bahsettiğini anlayamadı. "Hayır uçakla geldim. Bu Cole'un arabası. "

"Cole'un arabası olduğunu bilmiyordum." dedi Madison ve göz ucuyla Colton'a baktı. Aslında Colton buna şaşırmamıştı. Cole'un arabayı kullanmadığını tahmin ediyordu. Hem uzun süredir park halinde gibiydi hem de bu arabayı Cole'a babası almıştı. 

"Onu boş ver de, nereye gidiyoruz?" Colton sesini biraz yükselttiği için hemen pişman olmuştu. 

"Söyledim ya! Bara gidiyoruz. Onu kimin öldürdüğüyle ilgili bir şeyler bulursun belki diye. En son iş arkadaşları görmüş sonuçta."

"Öyle mi olmuş? Peki sen bunu nereden biliyorsun?"

Madison büyük bir pot kırdığını fark etti ama belli etmemeye çalıştı. "Bilmiyorum. Tahmin ediyorum."


Geldiklerinde hemen araban indi. Bir saniye daha bile Colton'la yalnız kalırsa kafayı yiyecekti. Uzaktan barın kapısına baktı. Kapıda John yoktu. Açıkçası Madison buna sevinmişti çünkü son olaydan sonra John onu asla içeri almazdı. Colton'ı beklemeden hızla kapıya doğru yürümeye başladı. Büyük, siyah bar kapısını ittirdi ve içeriye doğru bir adım attı. Gözleri Cole'un bardaki en yakın dostu, Gus'ı arıyordu. Madison onu kahverengi dağınık saçlarından tanımıştı. 

PerukWhere stories live. Discover now