Sucuklu Yumurta

409 41 34
                                    

"Kalk artık seni sersem!" diye bağırıp beni dürten Niall'a kafamın altındaki yastığı fırlatarak kalktım ve kolumdaki saate baktım. Saat Türkiye saatiyle dokuzdu ve sanırım kahvaltıya inmemiz gerekiyordu. Elimi yüzümü yıkayarak dün gece dolaba yerleştirmeyip öylece valizimde bıraktığım eşyalarımdan siyah bir pantolon ve baskılı bir tişört alıp giyindim. Niall çoktan giyinmişti.

"Bugün çok güzel olacak." diye heyecanla konuştuğunda gözlerimi devirme ihtiyacımı bastıramadım "Acaba nasıl şeyler yiyeceğiz?" Yemek salonuna indiğimizde öğrencilere ayrılmış uzun masanın boş kalan son dört sandalyesinden ikisine yerleştik. O sırada Bay Domenach ve Efe birlikte gelip diğer iki sandalyenin yanında ayakta durmaya başladılar.

"Günaydın çocuklar ," dedi Bay Domenach. Aynı şekilde karşılığını aldığında konuşmasına devam etti. "Tur rehberlerimizden biri olan Efe size programı anlatacak." böyle bir açıklamayı neden yapmış olduğunu anlamayarak gözlerimi kıstım ve beklemeye başladım.

"Günaydın millet , bugün öncelikle hepinizin bildiğini tahmin ettiğim yerlerden olan Topkapı Sarayı , Ayasofya Camii'sine gideceğiz. Daha sonra sizi sürpriz bir yere götüreceğim." sözleri bittiği anda garsonlar biz ne olup bittiğini anlayamadan masayı donattılar. Tabağımızda olan şeylerden sofrada da vardı ve bitince yenileyebiliyorduk.

"İçinizde bu konuda hassas olabilecekler olduğunu tahmin ettiğim için önünüzdeki yemeklerin ne olduğunu açıklayayım , şu yumurtayla karışmış ete biz sucuk diyoruz yemeğin adı sucuklu yumurta , bal var , sarı yağ tereyağı ve yanındaki beyaz köpüğe benzeyen şey kaymak. Tereyağı ve balı birlikte yiyebilirsiniz. Gördüğünüz peynirler beyaz peynir ve tulum peyniri. Son olarak ," içinde kırmızı renkli sıvı bulunan ince bir bardağı eline aldı "sofraların kraliçesi Türk Çayı." Çayı masaya bıraktı ve hepimize afiyet olsun diyerek yemeğe başlamamız gerektiği sinyalini verdi. Herkes tam tabiriyle birer hayvan gibi önündeki yiyeceklere saldırırken ben çekinerek kırmızılı beyazlı bardağın boyutuyla orantılı olan tabaktan Efe'den öğrendiğim kadarıyla ince belli bardak dedikleri bardağı elime aldım. Çok sıcak olduğu için elim yanmıştı ama umursamadım ve dudaklarıma götürdüm. Götürür götürmez çekmem bir olmuştu. Çok acı bir tadı vardı. Halimi gören Efe mahcup bir ifadeyle tekrar konuşmaya başladı.

"Arkadaşlar arkadaşlar , çaya istediğiniz kadar şeker atabilirsiniz. Eğer acı seviyorsanız atmayın." önündeki kaseden iki tane şeker alıp çaya attı ve karıştırdı. Ben de bir tane şeker alıp çaya attım ve aynı onun gibi karıştırdım. Bu sefer dudaklarıma götürdüğümde dünya üzerinde böyle bir lezzetin var olduğuna şaşırmıştım. Gerçekten çok lezzetliydi. Sucuklu yumurtadan biraz yediğimde onunda gerçekten lezzetli olduğunu farkettim. Masadaki her şeyden yedikten sonra tıka basa doymuştum. Sofranın neredeyse tamamı toplanmıştı ama Niall hala yemekte ısrarcıydı. En sonunda o da doyunca sofra toplandı.

"Evet çocuklar , şimdi gidip güzel bir kahve içelim. Kahvaltıdan sonra iyi gelir." deyip masadan kalkan Efe hepimizi toplayarak sokağa çıkardı.
O kadar büyük bir caddede ilerliyorduk ki insan kalabalığında Efe'yi ve Niall'ı kaybetmemek için ekstra özen göstermem gerekiyordu.
Uzunca bir süre yürüdükten ve etrafımızdaki insanların dilinden hiçbir şey anlamadığımız için saşkınca bakınmamızdan sonra deniz kenarında küçük bir kafeye vardık. İçeriye girdiğimizde kahve veya bu sabah kahvaltıda deneyimlediğimiz harika çaydan içen gençler ve gazetesini okuyan yaşını başını almış insanlarla karşılaştık. Tamamen cam olan ve denize bakan tarafa bir kaç masayı birleştirerek oturduk.Efe gelen garsona anlamadığımız birkaç şey söyledi ve garson kafasını sallayıp gülümseyerek not defterine not aldı. Sonra ne olduğunu anlamadığım bir şekilde biraz gülerek sohbet ettiler. İngiltere'de bununla çok karşılaşmazdınız. İnsanlar siparişinizi alır , bazen bir gülümsemeyi bile çok görerek -ki konuşmak ne demek!- mutfağa yollanırlardı.

In The TurkeyWhere stories live. Discover now