Derin bir nefesi ciğerlerimden salıp uzun zamandır adımladığım yolun kenarındaki banka oturdum. Kendime itiraf etmem gerekenlerle, içimi kemirip beni bitirenlerle doluydu yüreğim. Yalnız kalmak sessizlikte huzur bulmak istemiştim. Ama beynim az önce söylediğim her kelimeyi balyoz gibi kafama indirmişti. Yerin dibindeyim. En altta devam etmeye çalışacaktım artık. Gündüze ışığa aydınlığa ihtiyacım yoktu. Çünkü ben artık eski Eymen değildim. Olamazdım da. Beni ben yapan şeyi kaybetmiştim. Şimdi kim olduğumu ben bile bilmiyordum esasen.

Başımı geriye doğru yatırdım. Gözlerimi semaya diktim. Gökyüzü griydi bugün. Bulutlar yoktu. Ne garip! Oysa ki bulut gökyüzünden vazgeçebilir miydi? Belki de geçmeliydi, besbelli geçecekti de. Çünkü bulut da artık eskisi gibi gökyüzünü süsleyemeyeceğini fark etmişti. Sevgisizlik değildi bu mecburiyetti anlıyordum. Anlamamak uğruna herşeyi verebilirdim aslında.

Ama bir dakika peki gökyüzü? O neden mavi değildi? Neden hüzün perdesini çekmişti üstüne? Bu kadar mı değerliydi bulut onun için? Kendini, rengini, onu gökyüzü yapan değeri maviliğini kaybedecek kadar? Bulutun gökyüzüne olan aşkı böyle miydi? Gökyüzünün kendini feda edeceği kadar büyük, bulutun ise gökyüzü için vazgeçeği kadar fedakar?

Gözlerimi gökyüzünden ayırıp bu seferde karşıya diktim. Evet karşıda birileri vardı bir şeyler yapıyorlardı fakat zihnim şuan onları algılamayacak kadar bulanıktı. Sabah hastanede de böyle hissetmiştim ama o zaman farklıydı öleceğini bilmek ve ölümü hissetmek gerçekten çok başkaydı. Ben şimdi ölümü en derinde yüreğimde hissediyordum. Kalbim acıyordu. Kalp acır mıydı? Onun görevi kan pompalamak değil miydi? Neden acıyordu şimdi?

Kırgındım, üzgündüm ve en çok da kendime kızgındım. Ama en doğru olan şeyi yapmıştım. Mina'dan kendim için benim yanımda olmasını değil onun için benden uzak durmasını istemiştim. Aynı bulutun gökyüzünden istediği gibi. Onun süslü hayallerinde yerim olmadığını anlamış ve pes etmiştim. Vaz geçmiş ve gitmeyi tercih etmiştim. Kalan olduğumu aslında hiç fark etmeden.

Başımı iki yana sallayıp kafamdaki düşünceleri silip atmaya çalıştım. Sadece çalıştım, kimi kandırıyorum ki zaten çıkmayacak unutulmayacak hiçbirşey. Açılan her yara kabuk bağlar ama izi kalır. İz vardı yüreğimde iz bırakmıştım yüreğinde ve ölmediğim sürece silinmeyecekti .

Yaklaşık on beş dakikadır kısa aralıklarla çalan fakat benim ekranına dahi bakmadan kapattığım telefonumu elime aldım. Ellerimin tersiyle gözlerimi silip açtım. Ve bir süre karşıdan gelen sesi algılamaya çalıştım. En sonunda Selim olduğunu anladığımda cevap verdim.

"Hmm"

" Hmm...Hmm mı? Eymen insan mısın lan? Ne haltına o telefonu taşıyorsun yanında. Yirmi kere aradım ve telefonu açınca söylediğin şey Hmm mı? Hangi cehennemdesin sen sabahtan beri meşgule bırakıyorsun aramalarımı"

"Hı hı. Merak etme Selim hala yaşıyorum. Ölmedim bir yerde. Sadece aklımı ve yüreğimi kaybettim. Birazcık hissetmiyorum. Onları görürsen söyle bana gelsinler Selim çünkü ben ölmeyi bile beceremiyorum . Ölemiyorum. Acı öldürmüyor ama nefes de aldırmıyor. Selim ben aslında yaşamıyor gibiyim. "

"Oğlum sesin bir garip geliyor. Saçma sapan konuşuyorsun. Ne oldu? Lan yoksa düşündüğüm şeyi mi yaptın? Allah belanı versin Eymen. Lan sen harbi akılsızsın. Beyin değil sendeki et kütlesi. Kız şimdi ne haldedir? Ne bok vardı gittin konuştun kızla? Gitme dedim yapma dedim. Hayatımda ilk defa senin iyiliğin için senden birşey istedim. Ama sen beni takmadın. Bak sesine sende harap olmuşsun. Değdi mi Eymen bir hiç uğruna herşeyi herşeyinizi mahvetmeye? Sevginizi bitirmeye değdi mi lan?"

BİR ÖYKÜWhere stories live. Discover now