Ceset

460 42 13
                                    

Elimde kahvemle uzun holden odama doğru yürüdüm. Kahvemi dağınık yatağımın hemen yanındaki üç gözlü asıl rengi koyu gri ama köşeleri siyah çekmecenin üzerine bıraktım. Uykudan kalktığımda hiç aynaya bakmamıştım. Çekmecenin 7 8 santimetre yanındaki dolabın aynalı kapağını kendime doğru çevirdim. Saçlarım fena halde dağılımıştı. Hele dünkü kaçışın üstüne evde kendime bakıcak değildim.

Siyah tokamı çıkartıp pek de özenmeden yeniden bir topuz yaptım. Aynayı kapattım. Çekmecenin üzerinde hemen kahvemin arkasındaki siyah kaplı telefonumun kilit açma düğmesine dokundum. Saat sabahın daha 6 buçuğuydu. Aslında dün gece ki gergin kaçışın ve yorgunluğun üzerine öğlene kadar uyumam gerekirdi.

Az sonra yatağımı özensizce toparladım ve sırtımı duvara yaslayıp bacaklarımı da kendime doğru çektim. Kahvemi almak için çekmeceye uzandım. Kulpundan tutmak için bardağı kendi etrafında döndürmenin ardından bir yudum aldım. Çok sıcaktı. Üzerinde buharları vardı. İki elimi de kenarlarında beklettiğim bardağı kendime doru çektiğim bacaklarımın üzerinde tutmaya başladım. Bardağın üzerindeki buharla nefesimi bütünleştiriyordum.

Birkaç yudum daha aldıktan sonra gözüm dışarıya takıldı. Perdenin sıyrılmış kısmından altın rengi odanın içine doluyordu. Dışarıda canlılık belirtisi gösteren herhangi bir şey yoktu. Dünkü kargaşanın ardından bu çerçeveyi yadırgamış olmalıydım. Ardından aklıma dünkü çocuk geldi. Ne kadar olgunsu bir yüzü olsa da ifadesine çocuksu bir şeyler katan gözleri vardı. Normalde biz kızlar bir erkekğin çehresini yakışıklı kılan şeyin çimen gözlerinin veya deniz mavisi gözlerin oduğunu düşünürüz. Ama bu onun tam da zıttıydı. O siyah gözleri ne kadar da etkileyici duruyordu.

"Uf ne düşünüyorum ya ben. Dün seni kovalayan bulduğunda sana nap'canı bilmediğin heriften mi etkilendin?..."

Diye kendi kendime mırıldandım. Alaycı bir gülümsemenin eşliğinde..

O sırada gözüme bir şey takıldı. Sanki bizim evin önünde biri yatıyordu. Ayağa kalktım ve hızla cama ilerledim. Orda gerçekten de biri yatıyordu. Büyük bir aceleyle odamdan dışarı çıktım ve darmadığın görünen port-mantoda siyah kapşonlu polarımı aradım. Buldum. Babamın montunun altındaydı. Bu evde iki kişi yaşıyorduk. Bir babam bir ben.. Neydi bu dağınıklık?

Hırkamı sırtıma özensizce geçirip aynı şekilde botlarımı da giydim. Botlarım dünden kalma çamur içindeydi. Hırkamın fermuarını çekmeden iki elimle önümü kapattım.

Adam yüzüstü yerde yatıyordu ve kafasının sol tarafı kadarının geldiği kaldırım köşesi kanla kaplıydı.
İyice meraklanmıştım. Adamı güçlükle sağ kolundan çekerek sırt üstü yatar vaziyete getirmeye çalıştım. Birkaç saniye sonra da bu amacımı başarmıştım. Adamın yüzüne baktım ve şokun etkisiyle iki elimi de ağzıma kapattım. Bu dünkü öldürülen adamdı. Hala ağzımda tuttuğum ellerimi saçlarıma doğru tuttum. Ne yani babam o pislikle düşman mıydı? Eğer o herifle düşmansa benim babam da bu işlerin içindeydi ve o adamı kızdırmak için bir şeyler yapmış olmalıydı. Ya benim babam da bir katilse?.. Bunca sene tehlikerden uzak durmaya çalıştım. Ama tehlikenin tam da ortasındaymışım. Eğer babam katilse iyi de bir koruyucu olmalıydı. Çünkü bunca zaman başıma hiçbir şey gelmemişti.

"Ya annem babamın kirli işleri yüzünden ölmüşse."

Bu soru birdenbire aklımı darmaduman etmeye yetmişti.

Babam intihar diyerek geçiştirmişti. Annem intihar edecek kadar genç ve beni bırakmayacak kadar severken bu yalana bir zaman sonra inanmaya başlamıştım.

KARANLIĞI HİSSET (FEBRİS)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin