"Şu masum ve soğukkanlı kılığın. Herkesin gözünü boyamış gibisin."
"Ben sadece işimi yaptım, Suji. Kılık değiştirmedim."
Suji'nin kaşları çatıldı.
"Bir gün bu oyunun düşecek. Ve herkes ne kadar kibirli biri olduğunu görecek."
Wonyoung hafifçe gülümsedi.
"İnsanların seni ne zaman tanıdığıyla değil, ne zaman unuttuğuyla ilgilenirim ben. Ve o zaman geldiğinde... sen bile hatırlamayacaksın beni geçemediğini."
Bu cevap Suji'ye öyle bir tokat gibi çarptı ki, yüzü kıpkırmızı oldu. Daha sonra kendini toparlamaya çalışarak...
''En azından ben başkasının sahnesin de parlamadım o toplantı da benim sahnemi elimden aldın.''
''Ben kimsenin sahnesini elinden almadım ben zaten boş olan bir sahneye çıktım. Suji seni kurtardığım için bana minnettar olman gerekirken gelip burada beni terslemeye çalışıyorsun eğer ben kalkıp söz de senin bahsettiğin sahne de senin hatanı düzeltmeseydim bırak burada baş asistan olmayı bu kafeterya da bile bulunmazdın. Beni yanlış anlama ben olmasaydım sen kovulmuştun triplerine girmiyorum ama şu an gelip burada bana kafa tutmaya çalışman mantıksız.''
Wonyoung kulaklığını tekrar taktı. Gözlerini tekrar ekranına çevirdi. Ve Suji'yi tamamen görmezden geldi.
Bu, Suji için en büyük aşağılama olmuştu...
Suji birkaç saniye olduğu yerde öylece durdu. Kalabalığın arasında sadece onlar varmış gibi hissettiren bu an, aslında tüm gözlerin üzerlerinde olduğu bir andı. Herkes kafasını önüne eğmiş gibi görünse de, dikkatler onların üzerindeydi.
Suji'nin elleri titriyordu. Kıskançlıktan, öfkeden, hatta biraz da utançtan. Elindeki tepsiyi masaya bırakmadan önce bir anlığına Wonyoung'a yeniden baktı. Onun gözlerinin içine girmeye çalıştı, ama Wonyoung gözlerini bile kaldırmamıştı.
Sessizce döndü ve başka bir masaya geçti. Ama içi içini yiyordu.
Bu sadece gurur meselesi değildi. Suji, kendi kontrolünü kaybettiğini biliyordu. İş dünyasında kaybedilen itibarın geri kazanılması kolay değildi ve o, tüm bu sahneyi kendi elleriyle yaratmıştı. Wonyoung ona doğrudan saldırmamıştı bile... Ama söyledikleri, gerçeklerin ta kendisiydi.
Sunghoon's POV
Toplantı sonrası ofisime çekildiğimde zihnim hâlâ dağınıktı.
Her zamanki gibi notlarımı kontrol etmek, ekipten gelen raporları değerlendirmek istiyordum ama elim hiçbirine gitmiyordu.
Wonyoung'un sesi hâlâ kulaklarımdaydı. Sunum sırasında söyledikleri değil sadece...
Duruşu. Sakinliği. Bir de o göz teması.
İnsanların ortasında dimdik durması...
Tam bu düşüncelerle baş başayken, kapım çalındı. Çalışanlarımdan birisiydi.
"Sunghoon Bey, Suji Hanım sizinle acilen görüşmek istediğini söyledi."
Kaşlarımı çattım.
"Acil miymiş?"
"Aslında... biraz gergin görünüyordu."
İç çektim.
"Tamam. Gelsin."
Bir dakika sonra Suji kapıdan içeri girdi. Gözleri kıpkırmızıydı ama ağlamamıştı. Bu belli oluyordu. Öfkesini bastırıyordu.
"Size birkaç şey açıklamak istiyorum," dedi.
"Dinliyorum."
Suji bir adım ileri çıktı.
"Bu sabahki sunumda olanlar... Beklenmedikti. Wonyoung'un o şekilde öne çıkması-"
"Sunumu kurtardı."
Sözünü kestim.
Gözlerine bakarak söyledim.
"Sunumu sen başlattın ama kontrolü kaybettin. Wonyoung devralmasaydı, o yatırımcılar çoktan salondan çıkmıştı."
Suji dudaklarını sıktı.
"Onun amacı yardım etmek değildi. Parlamak istiyordu."
"Ve parladı," dedim soğukkanlılıkla. "Çünkü gerçekten yetenekli. Parlayan birini yargılamak kolaydır, Suji. Ama asıl mesele... sen neden o kadar sönüktün?"
Bu söz, Suji'yi en çok yaralayanlardan biri olmuştu. Ama ben doğruyu söylüyordum.
Bir yönetici olarak adil olmak zorundaydım. Ve başarıyı cezalandırmak değil, ödüllendirmek gerekirdi.
"Artık bu konuyu kapatalım. İşine odaklan. Eğer başka bir sorun varsa, başka şekilde çözülür."
Suji, birkaç saniye daha bir şey söylemeden ayakta durdu. Gözleri doldu ama bir damla bile düşmedi. Ardından arkasını dönüp kapıyı sessizce kapatarak çıktı.
Devam edecek...
Chapter Three'
Start from the beginning
