İçindeki u harfini sonsuza kadar uzatabileceğim kadar uzun süren bir ameliyattan çıkardığım varsayım, Kutay'ın durumunun kritik olduğu idi. Bunu dediğim için taş kalpli biri gibi hissetmiştim kendimi. Çünkü Kutay'ın iyileşeceğine inanan biri olarak bunu demem, duvara tırmanmak kadar saçma ve zor bir durumdu. Ameliyathanenin bulanık kapısı açıldığı an, yerimden sıçramam bir olmuştu. Kutay'ı serumun soğuk, aktıkça insanın içini hoş edip uyumaya yönlendiren sıvısına bağlı bir şekilde görünce insanların hastaneye girince ne kadar güçsüzleştiklerini fark ettim. Yaşlı olmasına rağmen elinden her iş gelen, gerek kuvvetiyle gerekse muzırlığıyla etrafındaki çoğu kişiyi kendine bağlayan biri bile, yakalandığı amansız hastalıkta belki kansızlıktan, belki kaptığı enfeksiyondan bu hastanede güçsüzleşiyor, onu seven herkesi endişelendiriyordu. Ya da annesine dünyayı cehennem eden, bir şeyi kırmaktan zevk alan çocuklar, ufak yaşlarında yakalandıkları ölümcül hastalıklarla adeta bir çöküşte başrolü devralıyorlardı. Kutay'ı bu örneklere dahil etmeyecektim. Çünkü o ne yapar eder, benim ona söylediklerimi duyardı. Belki gülümserdi. Elini tuttuğum süreden sonra bırakırsam, elimi yoklar mıydı acaba? Yoklamasa bile sorun değildi hoş. Beni kalbine hapsettikten sonra, elimi eline esir etmese ne olurdu ki?

Doktorun söylediği sözler kulağımı ateşe veriyordu sanki. Ama bu sefer kulağım buz kesmiyor, ateşe verilince oluşan normal durum gibi, alevlerin içine dalıyordu. Bu sözleri işitmektense, bir köşede ağlamayı yeğlerdim. Her gün, her ay, her yıl türlü türlü hasta görmekten dolayı mesleğinden ya da insanlardan bıktıkları için ümit vermediklerini düşünürdüm bazen doktorların. Ümit vermek zorunda değillerdi. Ama ümidimizi de kesmemeleri lazımdı. Güneşin batışını izlerken, güneşin arkasına battığı dağın üzerine çıkıp aşağı bakarsa güneşi göreceğini sanan ufak bir çocuğun umudunu taşıyordum üzerimde. Bu duygumu üzerimden atmaya da hiç niyetim yoktu.

Doktor ona yönelttiğim sorulardan sıkılmıştı.
"Hasta buraya geldiğinde yeterince kan kaybetmiş durumdaydı. Biz elimizden geleni yaptık kızım. Kurşun kalbini sıyırarak geçtiği için şanslıyız. Sana "Kesin iyileşecek." diye bir şey söyleyemem. Yoğun bakımda uygulayacağımız tedaviye vereceği cevaba bakacağız. Durumu şuan için kritik." Dedikten sonra gitti.

Birden gelen duygu boşalmasıyla, gözyaşlarımı tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kahverengi gözlerimden akan şeffaf gözyaşlarımı Kutay görse, "Ağlama," derdi. Belki de hissediyordur ağladığımı. Sesini duyuramayacağını bile bile "Ağlama!" diye bağırıyordur bana. O bu durumdayken bağıramazdı. Bağırmamalıydı. Yavaşça ağlamayı kesip ağlamayı durdurabileceğini düşünerek, şarkı söylemeye başladım.

Çok sevmek yetmiyor aşk bir gün eskiyor
Biz senle kaç mevsim hem güldük hem ağladık
Bak işte yol bitti bir de baktık aşk gitti
Yağmurda ıslandık o zamanlar çok aşıktık
Ayrılıklar mevsimi
Hey deli gönlüm kalk hadi
Buralardan gitmek vakti
Hoşça kal sevdalım
Dur beni son kez öp hadi
Ama lütfen öyle bakma yoksa ben ağlarım
Bakma bakma öyle
Bakma bakma öyle ama yoksa ben ağlarım

Şarkıyı söyledikçe gözyaşlarım artıyordu. Gözümde Kutay'ın bana sahilde bu şarkıyı söylediği an canlanıyordu. Küçükken çalmayı bilmeden, gitara rastgele vurarak bana bakışı geliyordu aklıma. Bu anılar aklıma geldiği an, kalbime duygular, gözyaşı hücreleri hücum ediyordu. Kalbim hızlı attıkça duygular, gözyaşı hücreleri de deprem olmuş gibi sallanıyor; gözyaşı hücreleri gözüme kurduğu bombayı yanlışlıkla patlatıyor ve gözümden gözyaşları akıyordu. Kutay'ı görmek istiyordum. Ona dokunmak, bir şeyler söylemek istiyordum. Ama göstermezlerdi. Yanımda oturan genç kadına baktım. Gözleri çökmüş, omuzları düşmüştü. Bir yerden tanıdık geliyordu. Ama çıkaramamıştım. Biraz daha dikkatli bakınca o zaman tanıdım. Bu kadın, hastanede kaldığım zaman tanıştığım Melek'in annesiydi.

Blackened|SimsiyahWhere stories live. Discover now