Kollarımı daha da sıkılaştırarak sarıldım ona. Elleri belimi bulduğunda ikimiz de biraz daha mutluyduk sanki. Belki de 'mutluluk' olarak adlandırdığım şey içimdeki duygu karmaşasının dışa vurumuydu. Kokusunu derin bir nefesle içime çektim, her zaman yanımda olan bu koca yürekli adamın kokusunu aklıma kazımak istedim.

Yavaşça ondan ayrıldım. Yeniden elimi tuttu. Ama bu sefer yürümeye başladı. Ben de yavaşça onu takip ettim.

Konuşmuyordu.

Konuşmuyordum.

Yaklaşık 10 dakikadır ormanda dolaşıyorduk. Hiçbir şey söylemeden sadece yürüyorduk. Adımlarımız uyum sağlamıştı artık. O sağ adımını attığında ben de aynısını yapıyordum.

Sol.
Sağ.
Sol.
Sağ.

"Baksana." Kutay'ın sesiyle gözlerimi ona çevirmiştim. O da bana bakıyordu.

"Ne oldu?" Su yeşili gözleri gökyüzünün kirli mavisiyle birleşince izlemeye doyulmayacak bir manzara sunmuştu bana.

"Hiçbir şey yok. Sadece gözlerine bakmak istemiştim." Sözleri gülümsememe neden olurken onun da pembe dudaklarının kıvrıldığını görmüştüm.

"Gülünce ne kadar huzur verici olduğunun farkında değilsin."

"Sen de."

"Efendim?

"Sen gülünce ben de huzur buluyorum." Gözlerimin içine bakarak yeniden gülümsedi.

Ben de gülümsedim.

Birkaç saniye o şekilde durduktan sonra önüme döndüm. Yürüdüğümüz yer bir patikaydı. Etrafında bolca çiçek olan bir patika. Önünden geçtiğimiz çiçekler karışıktı. Hepsi birbirlerinin arasından çıkmışlar, adeta araya kaynamışlardı.

Fakat yolun biraz ilerisinde sadece beyaz güllerin olduğu bir kısım vardı. Adımlarımı hızlandırarak oraya daha çabuk ulaşmaya çalıştım.

En sonunda, artık bembeyaz güllerin arasındaki yolda yürüyorduk. Beyaz güller bana beyaz elbiseli kızı hatırlatıyordu. Küçüklüğümü, geçmişimi, anılarımı. Kısacası hayatımı.

Ben böyle düşünürken, Kutay elini gözümün önünde bir sağa bir sola sallıyordu.

"Ne oldu?"

"Dalıp gittin. Bir şey mi oldu?"

"Bunlar hayatımın en başlıca zamanlarından. Biliyor musun?"
Bu sorum üzerine afallamıştı.

"Neyi?"

"Bu çiçekler, Kutay. Onlar her anımdaydı. Küçüklüğümde tabii. İstanbul' daki bir önceki evimizde hep bu çiçeklerden vardı. Annem dikmişti bahçeye. Tabii o zamanlar işine o kadar gitmiyordu. Babam idare edebiliyordu. Hatta inanır mısın, o zamanlar babamla bilr iyiydim. Güzel geçiyordu günler. Bir kardeşim olmasını çok isterdim. Ama annemler işlerinin yoğun olduğunu ve daha erken olduğunu düşünüyorlardı. Bir kardeş istememin sebebi ona her şeyimi anlatabilirdim. O beni dinler, kardeş tavsiyesi verebilirdi. Ama istemiyorlardı işte. Annem ile bir gün bahçedeyken beyaz güllerin yanına gitmiştik. Orada bana "Her şeyini bir insana anlatmak zorunda değilsin. Bu güllere anlatabilirsin. Onlarda seni dinler. Ve birine anlatırsan o bir başka beyaz güle söyler. Ve bak sırdaşın çoğalır." derdi. Çocukluk aklı işte. Bende buna inanıp her gün mutlaka birine anlatırdım. O da bir başkasına. Yani o zamanın inancıma göre şuan bu gördüğün beyaz güller bile benim geçmişteki bir parçam oluyor."

"Gel otur anlat." dedi düşünceli gözüken Kutay. Yerde başı boş kütüklere oturduk.

"Hani babalar kızların ilk aşkıydı?"
Sessizce odaklanmış bana bakıyordu Kutay.

Blackened|SimsiyahWhere stories live. Discover now