1.1 - Dip ve Yüzey

12 2 4
                                    

Moren, yolculuğuna çıkalı sadece birkaç gün olmuştu. Gençliğinin verdiği zindelik onu ayakta tutsa da tecrübesizliğinin getirdiği tökezlemeler, takılmalarla boğuşmak zorundaydı. Kıyafetlerini daha ilk günden yıpratmaya başlamıştı, ceketi ve pantolonu bir yana, gömleği dahi çalı çırpıya takılmaktan birkaç deliğe ev sahipliği yapıyordu artık. Genellikle at kuyruğu yapıp topladığı siyah saçları dağılmış, yolculuğunun etkisini görünür kılmıştı. En azından yanında taşıdığı sırt çantasında bulundurdukları, en azından teçhizatsız bu yolculuğa çıkmadığını hatırlatıp rahatlatıyordu.

Daha önce memleketinden hiç ayrılmamıştı. Hiç gerek olmamıştı buna. Ancak artık gereği vardı ve çıkmıştı bir kere. Gecenin serinliğinde esen yeller gözlerini yaşartıyor, daha da parlatıyordu. Saçlarını memleketinin yönüne dalgalandırıyordu, sanki oraya geri göndermeye uğraşıyormuşçasına...

Gecenin geri kalanını geçirmek için uygun yer ararken bir kuyuyla karşılaştı Moren. Etrafında ne bir ev ne de başka bir yaşam belirtisi vardı. Merakla başına gidip aşağı baktı. Ay ışığının aydınlattığı soğuk taş renkleri arasından sıcak ten rengi gözüne çarptı, daha dikkatli baktı.

Gördükleri karşısında şaşkınlığına hâkim olamadı ve seslendi: "Beni duyabiliyor musun? Hâlâ bizimle misin?" diye sordu. İlk birkaç saniye bir karşılık göremeyince kuyunun dibindeki kişinin ölüp kaldığından korktu. Ancak soğuktan dolayı olsa gerek, sadece yavaş tepki verebiliyordu. Kafasını kaldırıp kuyunun başına baktı. Yüzündeki ifadede umut mu vardı yoksa bomboş mu bakıyordu? Cevabını bilecek kadar net göremiyordu Moren. "Dayan biraz daha. Tırmanabilecek durumda mısın?" diye sordu. Başıyla onayladı dipteki kişi. Moren çantasından halatını çıkardı. Bir ucunu eline aldı, bacaklarıyla kuyunun taşlarından destek aldı. Diğer ucunu da dibe attı. Dipteki kişi tutunup tırmanmaya başladı. Açıkçası, onun bu kadar hızlı hareket edebildiğine şaşırmıştı Moren. Gücünü kaybetmeyecek kadar az kalmış olmalıydı burada. Gerçi, en başta ne diye buradaydı ki zaten?

Dipteki kişi, kuyunun ağzına vardı. Nefes nefeseydi, bir hamle daha yapmaya çalışsa güçten düşüp kuyunun dibine geri düşecek gibi görünüyordu. Ama inanılmaz bir azimle son kez kendini yükseltti ve kuyudan kurtulmayı başardı. Moren yardımcı olmak için yanına gitmek istedi ancak karşısındakinin vücudunda gördüğü dönüşüm onu geride durmaya itti ve tanıdık bir süreci tekrardan izlediğinin farkına vardı.

Derisi kalınlaştı. Vücudu büyümeye, onun etkisiyle de inlemeye başladı. Vücut hatları değişim gösterdikçe artık bir insana değil, aksine bir sürüngene benziyordu.

Dönüşümü bittiğinde karşısında artık bir ejderha durduğunun bilincinde, Moren bu yüce varlığın önünde eğildi. Bu boyuttayken kuyunun içine sığması mümkün değildi. İnsan hâlinde tıkılı kalmak zorunda olmak, kim bilir, nasıl hissettirmişti? Gerindi hür ejderha, içinde kaldığı görünmez kabuğun rahatsızlıklarını bertaraf etmek için elinden geleni yaptı bir süre. Ardından onu kurtaran Moren'e döndü. "Teşekkür ederim, hemşehrim. Halkımdan birini gördüğümde hissederim. Ben Yolsefer." dedi. Moren'in kalbi kafesinden çıkmaya can atıyordu. Yolsefer, Moren'in halkının önde gelen isimlerindendi, devam etti: "Ama merak ediyorum, neden bana insan hâlinle yardım ediyorsun?"

Başını kaldırdı Moren. Söze girdi: "Saygıdeğer Yolsefer, lütfen affedin beni. Yapabilsem ejder hâlimle size yardım etmek isterdim. Ancak bunu daha başaramadım."

"Bu ne münasebet! Bu hâlinle bir de karşıma mı çıkıyorsun? Halkımızın her bir ferdi on sekiz yaşına kadar iki hâlini de kontrol edebilir duruma gelmek zorundadır! Halkımızın geleceği ancak böyle korunur!"

"Özür dilerim, yüce Yolsefer! Affedin beni!"

"Sözü bağ ikizine bırak noksan herif! Onunla bizzat konuşacağım!"

"O... Benimle değil."

"Benimle geçtiğin dalga yetmedi mi? Ne demek seninle değil?"

"Bağ ikizim Mişa, benimle birleşmeden önce ortadan kayboldu. Dört yıl önceydi. Daha yeni, dünyanın öbür ucunda olduğuna dair bir söylenti duydum. Onu arıyorum."

"Ah, ah... Toplumumuz nereye gidiyor böyle? Bugüne kadar böylesi bir sorumsuzluk ne gördüm ne de işittim! Hem Mişa'yı hem de seni bir güzel yola sokmaları lazım! Beni kuyudan çıkardığın için bu seferlik belanı benden bulmayacaksın. Ama gözüme bir daha gözükme!"

"Lütfen, yüce Yolsefer! Sizin bu kuyuya düşmenize neden olan şey neyse ona karşı size yardımcı olmama izin verin. Beni halkımızın yasalarına uygun hareket etmekten alıkoymayın!"

"Dinle beni, noksan herif. Halkımızın yasalarına her durumda uyulur, eğer ki yasaya uymana mani eksikliklerin yoksa. Ejder hâlini kontrol etmeyi bırak bağ ikizinle bir arada değilken bana nasıl yardım etmeyi bekliyorsun? Bahsettiğin yasalar reşitlerimiz düşünülerek yazıldı, hepsinin birleşimini tamamladığı düşünülerek... Yasaya uymaya çalışmanın anlamı yok, çünkü sen ona tabi değilsin!"

Yolsefer kanatlarını açtı. Son sözünü söyledi: "Var git yoluna. Eğer tekrar karşılaşırsak seni bizzat hizaya getiririm." Tüm heybetiyle havalandı, doğuya yönelip gözden uzaklaştı. Moren, yüce Yolsefer'in karşısında ezilip büzülmemek adına elinden geleni yapmıştı. Ancak artık boğazındaki düğümlenmeye karşı koyamıyordu. Herhâlde artık, memleketinin en zayıf halkası olmak için uğraşmasına gerek kalmamıştı...

"Böyle devam edemem..." dedi kendi kendine. "Mişa'yı bulmadan asla kabul etmezler beni..."

*

Bölüm sonu...

Koca Diyar, Daracık KabukWhere stories live. Discover now