İhanet (2.bölüm)

255 86 25
                                    

Yaşadıklarından gözlerine perde inmiş nur yüzlü ihtiyar anlatmaya başladı:

-Ben bir zamanlar köyün muhtarıydım. Bu vazifem tam on altı yıl sürmüştü.
Çok zengindim, on yıl boyunca sürülerimi üç çoban çevirmişti. Köyün biraz dışında , iki katkı bir konağım vardı, köye gelen her misafir beni bilirdi. Kapımın çalınmadığı üzülüp hayıflanırdım . "Acaba köylüyü kırdık mı, niçin bu akşam gelmediler?"diye.
Hele sofralar kurulup toplandıkça, evim dolup taştıkça çok büyük memnuniyet duyardım. Rahim olan Allah, rahmetinden bol bol gönderirdi. Ne malım eksilirdi ne de param...
Bir akşamüzeriydi. Orta yaşlı biri gelmişti kapıya.
-Ben öğretmenim. Bu köyün çocuğunu okutmaya geldim, demişti.
-Sefa geldin, diyerek içeri aldık. Çok üşümüştü. Karnını doyurduk, başköşeye geçirdik.
-Fakirim, demişti. Kimsem yok. Babamı, annemi çok küçük yaşta kaybettim. Beni bir hayır sahibi okuttu. Bir ay önce onu da kaybettim. Dünyada yapayalnız kaldım. Devlet beni buraya gönderdi. Ben de valizimi alarak sizlere sığındım. Eğer kabul ederseniz bundan sonra sizleri anababa, çocuklarınızı da kardeşim bilmek istiyorum.
Çok acımıştık. Hemen köylüyle bir araya gelerek boş bir evi tamir attik, içini döşeyip kendisine verdik.Bununla da kalmadık,her akşam karnıni doyurmak için evlerimize sırayla misafir aldık.
İhtiyar yol arkadasımın fersiz bakısları yeniden dalmış, gitmişti.Neden sonra kanımı donduran hikayesini benimle paylaşmaya devam etmişti:
-İnan evladım, ben kendi öz oğluma böylesine bir sevgi göstermemiştim. Yaptığımız iyilik bununla da bitmedi. Köyümüzden namuslu, terbiyeli, güzel bir kızınıla kendisini evlendirdik . Hem de de bütün masrafları üzerimize alarak... "Bu kadar da olur mu ?" anlamında hayret dolu bakışlarımı gün görmüş muhtarın yüzüne çevirince bir suçluluk edası içinde başını önüne eğdi.
- Biliyorum,birçok insan gibi sen de kızıyorsun bize; hatta bu kadar saflık olur mu, diye içinden geçiriyorsun. Ne desen doğrusun evlat...
Sustu ve bakislarini hedefsiz bir noktaya çevirdi. Bir süre öylece kaldı. Sonra içini tutuşturan acısıyla bana döndü:
-Öğretmen bey oğlum, dedi. Biz Anadolu insanıyız. Gariban, kimsesiz, yolcu veya misafir çaldı mı kapımizı, akan sular durur bizim için... Onun derdini kendi derdimiz biliriz. Işte bizim öğretmen de bu rolü öylesine güzel oynadı ki, birçoğumuz ilk başta inandık; tabii inanmayanlar da vardı. Onlara da fırsat vermedik. ''Bekleyelim, görelim'' dedik. Eğer söyledikleri doğruysa mesele yok; fakat yalan söylüyorsa tutarız kolundan devlete teslim ederiz. Ne bileyim ki canavarlaşmış ruhunda bütün insani değerlerinin alt üst olduğunu...

Benim merakım ve şaşkınlığım gittikçe artıyordu. . !!

Bir Başlangıç mı?Where stories live. Discover now