Hafta sonu için öğleden sonra saat 2 için anlaşmıştık. O gün geldiğinde hepimiz Namyeong metro istasyonunda buluşmuş ve yürüyerek kafeye gitmeye karar vermiştik. Hava, şubat ayına göre oldukça açık ama bir o kadar da iç titreten bir havaydı. Rüzgar yüzümüzü yakıyor, ellerimiz donuyordu. Üçümüzün de vücutları sıcaklık arayışıyla kalın montlarımıza gömülmüştü. Ama bu, yine de benim sevdiğim havaydı. Yaz gününün boğucu sıcak havasında şapır şapır terlemektense bu soğuk havaları tercih ederdim.

Kısa mesafede yürürken Jimin ve ben birbirimize yine tek kelime etmiyorduk tabii. Genel olarak Jungkook bir şeyler anlatıyor sonra ayrı ayrı ben ve Jimin yorumlarımızı yapıyorduk. Ya da bize bireysel sorulan soruları sadece kendimiz cevaplıyor, diğerimiz katiyen yorumda bulunmuyordu. Böyle böyle yaklaşık yirmi dakika yürüdükten sonra kafeye ulaşmıştık.

Kafenin içi gözümü gönlümü açmıştı resmen. İçerisi ferah bir dizayna ve atmosfere. Renk skalası çoğu dükkanda olduğu gibi ahşap tonlarındaydı ama bu kesinlikle içinizi sıkmıyordu. Girişin hemen sağ yanında üst kata çıkan bir merdiven vardı. Büyük ihtimal kitap okuma yeri oradaydı. Kapının sol tarafındaysa kitaplıklar ve milyonlarca diyebileceğim kadar fazla sayıda kitaplar vardı. Tam karşıdaysa mutfak gibi, yiyecek ve içeceklerinizi alabileceğiniz bir alan vardı. Kitaplıkların olduğu bölümün ilerisinde birkaç masa vardı ve halihazırda gelmiş olanlar o masalarda kutu oyunları oynuyorlardı. Masalardan biraz uzaktaysa kabin gibi yerler vardı. Kabinlerin dışında beyaz perdeler asılıydı ve içlerindeyse yataklar vardı. Yani oraya geçip isterseniz kestirebiliyor, isterseniz de yatarak kitabınızı okuyabiliyordunuz. Tabii başka şeyler yapmayı tercih edenler de vardı elbette. Tam onlara bakıp gözlerimi kaçırmaya çalıştığım sırada bir arkadaş grubu kitaplıklardan seçtikleri manhwaları mutfak bölümünün yanında duran kasaya götürüp okutmuş ardından da tahmin ettiğim üzere üst kata çıkmışlardı.

"Kitaplara bakmadan önce bir şeyler mi alsak? Ben biraz açım," demişti Jungkook ben hâlâ etrafımı incelerken. Sonra kendimi toparladım hemen, gören de ilk defa kitaplık gördüğümü falan sanacaktı.

"Olur," dedim başımı sallayarak. Benim ardımdan Jimin de onaylamış ve kasa tarafına doğru geçmiştik. Kasanın üstünde upuzun bir menü asılıydı ve böyle çok fazla seçenek olduğunda kafam çok karışıyordu. Ki bunun da doğal olduğunu düşünüyordum. Benim seçmekte uzun vakitler harcamamı fırsat bilen arkadaşım Jungkook ve arkadaşım olmayan Jimin, çoktan siparişlerini vermiş ve kitaplık kısmına ilerlemişlerdi. Ben ise tek başıma kalakalmış, hâlâ menüye bakar haldeydim.

Jungkook ve Jimin'in gülüşme sesleri kulağıma gelmeye başladığında daha fazla oyalanmamam gerektiğine kanaat getirmiştim. Onları yalnız bırakmamam gerekiyordu, belki Jimin ağzından bir şeyler kaçırırdı, belki Jungkook kendi kendine kanılara varırdı?

Bu gibi nedenlerden dolayı her zaman yediğim ve içtiğim şeyleri sipariş etmeye karar vermiştim: Hazır ramen ve kola. Ramenin suyunu koyup kapağını pişmesi için tekrar kapattım ve dolaptan kolamı da alıp yanlarına gittim. Gittiğimde onların da aynı şekilde ramen ve kola aldıklarını, kolaları montlarının derin ceplerine sıkıştırıp bir ellerine de birkaç tane manga ya da manhwa aldıklarını gördüm.

"Hyung," diye söze başladı Jungkook. "Ben senin beğeneceğini düşündüğüm birkaç manga aldım ben. Hadi masalara geçelim." Ne tür mangalar aldığını çok sorgulamadım. Sorgulasaydım daha mı iyiydi, bilemiyordum.

Yine de "Umarım eğlenceli bir şeyler almışsındır," diyerek dileklerimi ona sundum. O ise yüzüne sinsi, hem de çok sinsi bir gülüş yerleştirerek "E herhalde," dedi. Bu sinsiliği anlamadım.

Keşke anlasaydım.

Masalara geçtiğimizde mangaları ters çevirerek masanın üstüne koymuştu. Ona dik dik baktığımdaysa "Önce ramenlerimizi yiyelim. Sonra hamur gibi oluyor, hiçbir zevki kalmıyor," demişti. Haklıydı ama çok şüphelendirici davranıyordu.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 13 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

520 ℘ vminWhere stories live. Discover now