~Yabancı Gibi ~

71 12 3
                                    

Öyle uzaktan seviyorum seni,
Yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden,
En çılgın kahkahalarına ortak olmadan,
En sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan,
Öyle uzaktan seviyorum seni.

Cemal Süreya

❣️

Kalbi gibi kasvetli bir güne açmıştı gözlerini. Geceden yağan yağmur, şehrin üzerini kara bir örtü ile kapatmıştı. Böyle havalar melankolik ruh haline hiç iyi gelmiyordu. Doğruldu ve ayaklarını yatağından aşağı sarkıttı. Saat henüz sabahın altısıydı. Onu bu saatte ayağa diken şey, dakikalar önce aldığı bir telefondu. Savcı olmanın en zor yanlarından biri de buydu. Zaman ve mekân fark etmeksizin her an göreve hazır hâlde olmanız gerekiyordu.

Karşılaşacağı manzarayı tahmin ediyor olmanın verdiği huzursuzlukla dolabına yöneldi. Çıkardığı koyu renk parçaları yatağının üstüne bıraktıktan sonra elini yüzünü yıkamak için odasının içinde yer alan banyoya yöneldi.

Konak ahalisi birazdan namaz için uyanırdı. Onlara görünmeden çıkmak isterdi ancak bu pek mümkün görünmüyordu. Dün gece öyle dağılmıştı ki, bu haline şahit olan anne ve babası ile karşılaşmaktan biraz çekiniyordu. Abdestini aldı ve hazırladığı temiz kıyafetleri üzerine geçirdi. Baş örtüsünü bağladığı sırada sabah ezanı gök kubbeyi sardı.

Hazırlığını hızlıca bitirip seccadesini yere serdi. Üstünde ki kıyafet bol olduğu için namaz elbisesini giyme gereği duymadı. Tekbirini aldı ve namaza durdu.

Ellerini yüzüne sürüp doğruldu ve vakit kaybetmeden çantasını alıp odasından çıktı. Alt kata indiğinde tam tahmin ettiği gibi mutfaktan yükselen sesler işitti. Mutfak kapısına yöneldi ve ses çıkarmadan başını uzatıp içeriyi gözetledi. Sultan babaannesi harıl harıl hamur yoğururken, annesi de bir yandan kahvaltılıkları hazırlıyor bir yandan da onunla sohbet ediyordu. Kendini bildi bileli her ikisi de sabah ezanı ile uyanır, sonrasında ise kahvaltı hazırlığı için kolları sıvardı. Annesi genişçe bir tepsiye hazırladıklarını dizmeye başladığında, bunun büyük dedesi için olduğunu anladı. Artık eskisi kadar güçlü değildi. Sık sık tekrar eden hastalıkları nedeniyle günün çoğunu odasında uzanarak geçiriyordu. Babası da onun kendini yormasını istemediğinden, yemeklerini odasına taşıyıp, onu tıpkı bir bebek gibi elleri ile besliyordu. Ferzan dedesinin bu durumdan pek memnun olduğu söylenemezdi ama yine de torununu üzmemek için birşey demiyordu.

" Hayırlı sabahlar Ulusoy konağının maharetli hanımları"

Seslenişi mutfakta devam eden hummalı çalışmaya kısa bir ara verdi.

Berzah kızının sesini duyunca meraklı bakışlarını hızlıca ondan tarafa çevirdi. Kızının hazırlanmış bir vaziyette kapı ağzında dikildiğini görünce, gözü taş duvarda asılan emektar saate kaydı. Saat henüz 06.30'du. Bu saatte bu gidiş hayra değildi anlamıştı. Yıllar içinde kaç kez benzer sahnelere şahit olmuşlardı. Yine de sormadan edemedi. Kızı ne derse desin, o bu duruma bir türlü alışamıyordu.

" Bu saatte hayrolsun yavrum. Nereye gidiyorsun?"

Alya annesinin endişeli bakışlarını görünce derin bir iç çekti. Biliyordu, gideceği yerden sağ salim dönünceye kadar içi içini yiyecekti. Yıllar geçmişti ama onu bu duruma alıştıramamıştı. Yaklaştı ve annesinin elini avuçlayıp öptü.

" Telaş etme hemen. Emniyetten aradılar. Ormanlık alanda bir ceset bulunmuş. Olay yeri gelmeden gidip bakmam gerekiyor. Biliyorsun işte, malum prosedürler. "

KÜRT KIZI (DÜŞ SERİSİ 3)Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon