~Kayıp Ruh~

131 18 2
                                    

Arda'nın bakışları yazı tahtasının önünde dikilen ikiliye takıldığında, göğsünün sol yanında, daha evvel hiç yaşamadığı garip bir kıpırtı belirdi. Neydi bu şey, heyecan mı? O sivri dilli, sert bakışlı kürt kızı onu heyecanlandırıyor olabilir miydi? Hani şu geldiği şehirde adı çapkına çıkmış, ilgilendiği hiçbir kızla bir sonraki gün yüz göz olmayan, ele avuca sığmaz Arda'yı, bir bakış nasıl olurda bu hale getirebilirdi? Başka bir açıklaması vardı muhakkak. Belki de o kızla hiçbir alakası yoktu bu çarpıntının. Günlerdir burnunun ucundan düşmeyen o koku ile de alakası yoktu. Yeni bir hayata başlıyor olmanın verdiği gerginlik sıkıyor olmalı canını. Tüm bu karmaşık hisler bu sebeptendi kesin. Günlerdir aklından çıkmayan o bakışlarla, kır çiçekleri gibi kokan, o sülün gibi güzel saçlarla alakası yoktu bedenini esir alan bu titremenin. Sahi titriyor muydu...? Hani el kadar sabiyken dahi babası dışında kimsenin karşısında titremeyen Arda... Daha dün tanıdığı küçük bir kızın karşısında titriyor muydu sahiden...!

Alya onu öfke dolu gözlerle süzdü. Böyle bir sürprizle karşılamayı hiç beklemiyordu. Ama iyi olmuştu bu şehirli zibidiyi gördüğü. Dün tüm gün ve geceyi onun hadsizliğini düşünerek geçirmiş ve Allah'tan onu tekrar karşısına çıkarmasını dilemişti. Dileğinin bu kadar çabuk kabul olmasını beklemiyordu ama işte buradaydı, tam karşısında. Şimdi karşısına dikilebilir ve ondan dünün hesabını sorabilirdi. Tabi ona ait olanı da geri alabilirdi. Böylece annesi üzülmeden bu mesele de hallolurdu.

İleri doğru attığı adım Dilek hocanın sınıfa girmesi ile havada asılı kaldı. Yüzünü buruşturarak yönünü sağ tarafa çevirdi ve pencere kenarındaki sırasına oturdu. Buradan bakınca aralarında yalnızca iki kişi vardı. O şehirli çocuk, orta sıranın diğer tarafında kalıyordu ama yine de bulunduğu açı onu netlikle görmesini sağlıyordu. Dilek hoca, ders notlarını düzenledikten sonra boğazını temizledi ve sınıfta şöyle bir göz gezdirdi. Yeni bir öğrencinin geleceği bilgisi dün okul müdürü tarafından öğretmenler odasında duyurulmuştu. O yüzden bakışları direk sınıfın yabancısı olan bu çocuğa kaydı.

" Aramıza yeni bir arkadaş katılmış, derse başlamadan önce dilerseniz kendisini tanıyalım. Öncelikle okulumuza hoş geldin. Bize kısaca kendinden bahseder misin?"

Arda ayağa kalkıp kalkmamak konusunda kararsız kaldı ve Dilek hocaya bakarak, lakayıt bir tavırla " ilkokul talebeleri gibi ayağa kalkmam gerekiyor mu?" Diye sordu. Dilek hoca tebessüm etti ve " kendini nasıl rahat hissedeceksen, öyle yapabilirsin" dedi. Arda omuzlarını dikleştirdi ve bir asker edasıyla konuştu.

" Arda Bozkurt. İstanbul'dan geldim. Babamın işinden dolayı buradayım. Kendisi bir subay. Açıkçası düne kadar burada olmaktan pek memnun değildim, ancak bugün itibariyle bu okulu fazlasıyla seveceğim kanaatine vardım"

Son cümlelerini söylerken pencere tarafına kaçamak bakışlar atmayı ihmal etmedi. Alya onun bu bakışını yakaladı ve dakikalar önceki öfkesi katmerlenerek büyüdü. Bu çocuk düşündüğünden daha aymaz ve de utanmazdı.

Dilek hoca onun okulu sevmiş olmasından memnuniyet duyduğunu söyledi ve yeni öğrencisine başarılar dileyerek derse başladı.

İlk ders sona erdiğinde Alya onunla konuşmayı düşündü ancak sınıf arkadaşları ile sanki kırk yıllık arkadaşmış gibi bahçeye çıktığını görünce, bu düşüncesinden vazgeçti.

Sonraki teneffüslerde de onu bir türlü yalnız yakalayamadı. Daha ilk günden herkesin içinde onunla yüz göz olmak istemiyordu. O çocuk tam bir... Tam bir... Zibidiydi. Olmaz bir laf söyleyip onu herkesin içinde utandırabilirdi. Evet öfkesi içinde kaynıyordu ve o kıymetli fuları bir an evvel geri almak istiyordu ama bu serseriye bir şey söylemeye henüz cesaret edemiyordu. Hani şu sağı solu belli olmayan tipler vardı ya, tam olarak öyle bir tipti. Şimdilik bu konuyu ertelemeye karar verdi ve öğle namazı için okulun mescidine indi.

KÜRT KIZI (DÜŞ SERİSİ 3)Where stories live. Discover now