İçimde Kaybolanlar

27 2 0
                                    

1 ay sonra

Elimde iki kitap, kütüphaneye doğru yürüyorum. Bugün Çağrı ile kütüphanede buluşacağız. Ortak bir proje ödevimiz var. Hoca nedense herkesin takım çalışmasına ayak uydurmasını istiyor ve benimde bu sınıfta başka tanıdığım kimse yok. 

Kısa süre içinde Çağrı ile oldukça kaynaştık. O da benim gibiydi. Hayata bakış açımız çok benzerdi. Bazen aynı kitapları okuyor ve saatlerce tartışıyorduk. Bunun bazen günlerce olduğunu bile söyleyebilirdim . Aslında ikimiz aynı şeyleri düşünüyorduk fakat sırf konu olsun diye birimiz bir başka fikri öne sürüyordu. Bu proje ödevi bir yandan da iyi olmuştu. Sanırım gerçekten eğleniyordum. 

Kütüphanenin bahçesinde onu gördüğümde gülümseyerek yanına gittim. Elinde geçen hafta okuduğumuz klasik duruyordu.

 "Suç ve Ceza". 

Biriyle aynı kitapları okumak ve sonra tartışmak çok güzeldi. Aynı cümleleri okuyordunuz fakat farklı duygular hissediyordunuz. Bir cümle binlerce anlamı yansıtabilirdi. Özellikle yaşadıklarınız o cümleyi karanlık bir odada idam sehpası olarak da gösterebilirdi, binlerce çiçeğin dolu olduğu bir bahçe olarak da.

Bir çocuğun doğması sizi mutlu da hissettirebilirdi birileri doğarken binlercesinin ölüyor olması da üzebilirdi.

Önemli olan yaşanılanlardı. Yaşanılanların gölgesi ya karartırdı hayatınızı ya da ışık huzmesi güneş gibi doğardı odanıza.

"Raskol haklıydı." dedim sinsi sinsi gülerek ve ekledim; "Belki yöntemleri yanlıştı ama haklıydı." Evet şimdi onun bana ters bir cevap vermesi gerekiyordu. Geçen haftada yarım saat Raskolnikov'un haksız olduğunu savunmuştum. O ise haklı olduğuna dair 50 tez öne sürmüştü.

Sırıtma sırası ondaydı."Hayır ben Raskol'un ceketiyim. Olay anında oradaydım. Hatalıydı." Tamam, tamam inandık Çağrı. Bugün çok üstüne gelmeyeceğim.

Kahkaha attığımda o da gülümseyerek karşılık verdi. İşte hayat nadir de olsa kitap okuyan insanları bir araya getiriyordu. Biz ise bu küçük oyunumuz sayesinde olaya birçok farklı bakış açısıyla bakıyorduk. Şanslı olduğumuz kısımsa projemizin de bir kitap üzerine olmasıydı. Kütüphaneden girdiğimizde elimize iki kahve aldık. Kütüphane garip bir şekilde bugün bomboştu. Ben, Çağrı ve bir çocuk dışında başka kimse yoktu. Tam oturmuş kitapları açıp çalışmaya yeltenmiştik ki Çağrı'nın telefonu çaldı. Hep böyle olmaz mıydı zaten? Arkadaşınızla buluşurdunuz tam çalışmaya başlayacakken illa bir problem. Sonra o gün dinlenmeye karar verirdiniz, akşama kadar gezip eve dönerdiniz. Bu asırlardır süren gelenekti.

"Oğlum neredesin sen kaç gündür merak ettim lan seni." dedi Çağrı. Şuan yüksek ihtimal karşıdaki kişi birkaç gereksiz sebep sunuyordu. Ya da benim gibi bir yere gitmek istemeyince oyuncu olmadığı halde setim var falan diyordu. Cidden yaşanmıştı bu.

"Kızım marketten bir kilo elma al."

"Olmaz anne setim var."

Güzel sallıyorduk ama kişi tutmadı. Bunun benimle ilgisi yok. Şans işi. Kötü değil geliştirilmesi gerek.

"NE" diye bağırdı Çağrı. Hayır bağırdı demek içime sinmedi. Çocuk resmen haykırdı. "Ne zaman dönüyorsunuz peki? Yüzündeki büyük tebessümden çok mutlu olduğu anlaşılıyordu. Neredeyse kalkıp dans edecekti. 

"Oğlum, ben senelerdir bu anı bekliyorum lan. Niye hemen bana haber vermedin? " Sesinde hafif de bir sitem vardı ama bu mutluluğunu örtmüyordu. Acaba kim bu diye düşünmeden edemedim. Söylediklerine göre konuştuğu kişi uzak bir yerdeydi ve artık dönüyordu. Peki önceden dönmesini engelleyen neydi? Belki uzakta bir yerde okul okuyordu ya da işi oralardaydı. Ya da belki de katildi. Bir şey keşfetmiş gibi içimden evet diye bağırdım. Belki de katildir.

Yıldızlar da KayarWhere stories live. Discover now