*4||'anıların gölgesinde '

146 12 0
                                    


******

İyi geceler nasılsınız.

Bir bölüm daha atayım dedim.

Size keyifli okumalar.

İstanbul'a indim. Havaalanına ayak bastığım anda, birkaç muhabir sorular sormaya çalıştı. Her birini soğuk bir tavırla geri çevirdikten sonra, bir taksiye atlayıp evime doğru yola koyuldum. Neredeyse bir aydır turnuvadaydım ve İstanbul şimdi bana çok yabancı geliyordu. Tüm bu kalabalık, beni daha da yalnız ve yabancı hissettiriyordu. Nihayet evime vardım. Kapıdan içeri adım attığım andan itibaren kendimi bir yabancı gibi hissettim. Duvarlarda asılı ödüller, zaferlerin fotoğrafları, milli takımın unutulmaz anları... Her biri, geçmişin bir parçası gibi duruyordu. Gözlerim, takım arkadaşlarımla çekilmiş mutlu anların dondurulmuş karelerine takıldı. Saliha, Elif, Ebrar, Zehra... Ve sonra, Hande. O fotoğrafta, Hande'nin boynuma dolanan kolları, gamzelerinde saklı kahkahaları, çekik gözlerinin içten gülümsemesi... Kalbimde bir sızı uyandırdı. Fotoğrafı elime alıp, gözyaşlarıma boğuldum.

Son bir haftadır yaşadığım şeylerin verdiği ağırlık, Hande'nin gözlerindeki sıcaklıkla daha da ağırlaştı. Hastalık, ayrılık, voleyboldan uzaklık... Ve en çok da Hande'den uzaklık.

O an, telefonum çaldı. Gözlerim, ekranda beliren ismi gördü: Saliha. Panikle telefonu kapatmaya çalışırken, parmağım yanlışlıkla yeşil tuşa dokundu ve Saliha'nın yüzüyle karşılaştım. "Neden ağlıyorsun?" diye sordu Saliha, sesindeki şefkatle. Gözyaşlarımı silmeye çalıştım, yüzüme zoraki bir gülümseme kondurdum. "Yok bir şey, sadece yorgunum," dedim, sesim titreyerek. "Çok inanmadım ama seni şimdi zorlamayacağım," dedi Saliha sırada, Saliha'nın arkasında bir gölge belirdi: Hande. Kalbim duracak gibi oldu. Hande'nin endişeli bakışları, yüzümdeki her bir damlayı sorguluyordu. Gözlerimi kaçırdım, kalbimdeki kırıklığı saklamaya çalıştım. Hande, sessizce Saliha'nın yanına oturdu, bana bakarak, "Aslı, ne olursa olsun güçlü kalacaktık, hatırlıyor musun? Bana söz vermiştin," dedi, sesinde kararlılıkla. Hande'nin bu sözleriyle biraz olsun dikleştim, kafamı sallayarak hafif bir tebessüm yerleştirdim yüzüme.

Konuyu değiştirmek için hemen hamle yaptım, son kez gözümden bir yaş silerek, "Ee, naptınız bakalım, maça hazır mısınız? Bakın, bu akşam sizdeyim, o bezelyeleri yeneceksiniz," dedim gülerek, içimdeki tüm hisleri bastırarak. Saliha ellerini açarak yukarı doğru kaldırdı. "Allah'ım, sen bu kıza biraz akıl ver, be! Ne hırsmış be," dedi gülerek. "Valla ben onu bilemem, hele bir yenilin, valla dilimden düşemezsiniz," dedim. Hande hemen atladı, "Sensiz biraz zor olacak ama sana söz, onları paket edip yollayacağız," dedi yumruğunu kaldırarak. Saliha elini yüzüne vurarak, "Allah'ım, sen Hande'yi de buna benzettin, ya sabır bana sabır," dedi. Hande'yle göz göze gelerek gülmeye başladık. Hande'ye yastığı işaret ettim, o da benim yolladığım sinyalle 'tamamdır' işareti yaptı ve hala elleriyle yüzü kapalı olan Saliha'nın kafasına yastığı geçirdi. Ne olduğunu anlayamayan Saliha çığlık attı, önce tüm şımarıklığıyla gülen Hande'ye baktı, daha sonra aynı gülümsemeyle duran bana bakıp, "Bittiniz siz," dedi yanındaki yastığı alıp Hande'ye doğru fırlattı.

Üçümüz de gülüyorduk. Ben telefondan olup biteni izliyordum; Hande ve Saliha ise birbirlerini hem kızdırıyorlardı hem de güldürüyorlardı. Her şeye rağmen, tüm uzaklıklara rağmen, tüm acılara rağmen gülüyorduk. Konuşmalarımız sona erdikten sonra, yatağımda fotoğraflara bakarken, yorgunluk ve duygusal tükenmişlikle gözlerim ağırlaştı ve uykuya daldım.

***

Hande

Maç saati gelip çatmıştı. Tüm takım, son zamanlarda yaşanan olayların gölgesinde adeta bir hüzün bulutunun altında toplanmıştı. Her birimiz, Aslı'nın yokluğunun verdiği boşluğu hissediyorduk. O hepimizin güven kaynağı, sahadaki yıldızımızdı. Şimdi ise, onun ilk altıda olması gereken yer boştu ve bu durum, herkeste bir tedirginlik yaratmıştı. Soyunma odasında, dolabımın önünde oturmuş, Gio'nun takımla yaptığı konuşmayı dinlemeye çalışıyordum. Ancak kelimeler, kulaklarımdan süzülüp gidiyor, anlamlarını yitiriyorlardı. Zihnim, Aslı'nın isminin yazılı olduğu dolaba takılmış, orada asılı duran formaya dalıp gitmişti. Onun bize olan inancını, sahadaki varlığını, verdiği gücü hissedebiliyordum. Bizi izleyecekti ve ona söz vermiştim; kazanacağımıza dair, güçlü kalacağımıza dair. Eda abla, motivasyon konuşmasını devam ettirirken, onun sözlerini duymaya çalışsam da zihnim Aslı'nın gülümsemesiyle doluyordu. O gülümseme, her zorluğun üstesinden gelebileceğimizi hatırlatıyordu. Ancak içimdeki huzursuzluk, onun yokluğunun verdiği boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Eda ablanın ellerini birbirine çarpmasıyla irkildim ve aniden gerçekliğe döndüm. Takım arkadaşlarımın yüzlerindeki kararlılık, bu maçın sadece bir oyun olmadığını, bir ailenin parçası olmanın ne demek olduğunu hatırlattı. Aslı'nın yokluğunda bile, onun bize bıraktığı mirası sahada yaşatacaktık.

kalsiferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin