ANILAR - MATHEW WELLINGTON

274 34 7
                                    

1612 İngiltere Wellington

Çocukluk yılları insanoğlunun en saf ve en temiz olduğu yıllardır. Ne yazık ki bu günahsız yıllar bazıları için ıstırap ve acıya dönüşebilir... En azından benim için böyleydi. Bir şekilde her daim öyle de olacağına inandırmıştım kendimi. Bu öyle bir inandırıştı ki üstesinden hiçbir vakit gelemeyeceğimin neredeyse bilincindeydim....

Henüz sekiz yaşındayken akıllı ve zeki bir çocuktum. Aile büyüklerim geleceğin Wellington kontluğu için biçilmiş kaftan olduğum konusunda hemfikirdi. Babamın bu konuda başka bir şey düşünmeye pek vakti olup olmadığından emin değildim. Kendisi o yıllarda altmışına girecekti. Kraliçe Elizabetin önderliğinde yapılan savaşta gazi olmuş yaralı ve eksik bir adamdı. Haliyle soyunun tek kurtarıcısıydım... Annemse otuzuna yeni gelmiş genç oldukça güzel bir kadındı. Babamın annem ile evlenirken ne düşündüğünü şu yaşımda idrak etmekte zorlanıyorum hala lakin annemin düşüncelerini bildiğimden şüphem yok... Tabii bunu öğrenme şeklim başımdan geçen travmaların ilk ve en büyüğüydü ki lanetlenmiş bir adam olduğumu düşünecek olursak ardı arkasının kesilmeyecek olması tarafımdan oldukça normal karşılanıyor hala...

Hatırlıyorum da güzel bir nisan akşamı babam bana bırakacağı serveti kaybedebilmek için diğer soylular ile oyun masalarında kafa dağıtıp, vaktiyle savaşlarda ne denli başarılı bir adam olduğunu iri göbeğini zıplatmak suretiyle gülerek anlatırken bende evde Victor BlackBurn'un -ki kendisi modern resme öncülük katabilecek kapasitede bir ressamdı- uzun sohbetlerinden birini dinlemekteydim. Sık sık gelir benim, annemin yahut mutlu ailemizin portresini çizerdi. Utanarak söylemeliyim ki resme olan ilgimin öncüsüydü ve bu konudan ne diye utandığımı açıklayabileceğim tek yerin bu gizli sayfalar oluşu bir başka  meseledir hala... BlackBurn keyif ile yeni çizeceği tablo için kullanmak istediği dekorlardan bahsederken pek bir gülümser haldeydi. Adamın annemin ellerinin duruşu ve güzel ellere sahip olduğundan elbisesinin de dirseklerinden biraz yukarıda biter ise daha şık ve unutulmaz bir tablo çizebileceğini anlatışını dinlerken annemin olaya fazla sıcak bakması yeni yetişen bir erkek, hayatı dramatize etmeyi bilen biraz da fazladan Shakespeare okumaya çalışan bir çocuk olarak adama dönüp "Bir soru sorabilir miyim bayım" dediğim anı, o an sırtımı dikleştirip bir yetişkin gibi davranmaya çabaladığım zamanı da dün gibi hatırlıyorum. 

"Tabii sorun küçük lordum lakin lütfen çok zor olmasın" Victor başımı okşayıp mavi bakışlarını anneme dikerek güldüğünde aradan sıyrılmış, çenemi yukarı kaldırmış ve ona çocuk değil yetişkin bir adam olduğumu göstermek istemiştim. Elbet dram işin içinde olmalıydı...

"Annem gözlerin, yüreğimizdeki sesin aynası olduğunu söyler bu doğru mu bayım?"

"Tabii" 

Annemin kıkırdayışı ve  kumral bukleli topuzunu sallayarak bana onay vermesi üzerine hızımı alamamış devam etmiştim. "Peki ya siz? Sizin yüreğiniz? Aynalarınız bana ihaneti gösteriyor efendim." 

O an neye ne şekilde ihanet ettiklerini tam olarak bilemiyor olsam da babamın olmadığı her ortam bana ihanet hissi vermekteydi. Annemin beni kollarımdan çekip yüksek sesle gülerek etrafa bakınması ve hafif bir panik ile  "Tatlım uykusuzsun ve Will'i ( Shakespeare) fazla dikkate alıyorsun..."

"Ah o adam..." Victor kaşlarını kaldırarak geriye yaslandı. "Tavsiyem onu okumamanız yönünde olur küçük lordum."

"Hadi yatağına... Lucy! Lucy! Mathewin uyku vakti geldi de geçiyor ve lütfen okuduklarına dikkat edelim."  

Dadım gelip mahcubiyetle selam vererek beni aldığında gözüm ardımda çıktım odadan. Annem ve BlackBurn'un fısıldaşmaları birbirlerine manalı bakışları gözlerimden kaçmamıştı. Lucy beni yatırıp odamdaki kitapları bir bir toplayarak çıktığında bir süre yatağımda öylece beklediğimi hatırlıyorum. Kesinlikle akıllı bir yetişkin olmama engel olunmaya çalışılıyordu ve duygulu... O kadar duyguyu içimde barındırdığım ve kendimi bir çeşit tiyatro monoloğu yapıyormuşçasına konuşmaya çalıştığım için suçlamıyorum. Ben buyum... Ya da öyleydim... Bir zamanlar... 

Lucynin kendi odasına çekildiğine emin olduğum o dakika yataktan çıkmış kütüphaneye doğru yol almıştım. Babamın kitaplığı oldukça zengindi ve okumamı desteklediğinden oldukça fazla çeşit ile doluydu. Yenilerini almak için sessiz olmaya çabalayarak ve fark edilmemek için kandil almaksızın merdivenleri ezbere çıkıp kütüphaneye doğru ilerledim. Okumaya elverişli boş bir alan ve hoş bir terası da mevcuttu. Kapıya yaklaştığımda Travmalarımın ilkinin beni karşılayacağından bihaberdim. Victor  tuval ve boyalarını açmış annem üzerinde yunan mitolojisinde resmedilen tanrıçaların giydiği tuhaf ince teşhirci beyaz bir elbise ile okuma kanepesinde uzanmıştı. Nefes nefese geri çekilip sesim çıkmasın diye elimi ağzıma bastırdığımı hatırlıyorum. Orada Victorun çizmeye koyulduğu portrenin ilk anlarına tanık olduğumu düşünürken adam bahar çiçeklerinden yapılma bir tacı taktığı tuval köşesinden alıp anneme doğru ilerlemiş eğilip başına yerleştirmişti. Tam orada ne olduğunu sormak için odaya girmeye niyet etmişken adamın annemi öpmesi ile -ki bu sevimlilikten uzak dudakların br olduğu türden di-donup kalmış. Korkmuş ve her ne kadar büyük adam olmaya çabalasam da ağlamaya başlamış olduğumdan gerisin geriye odama kaçmıştım. Olan biteni babama anlatmak için düşünerek geçirdiğim süre ne kadardı bilemiyorum lakin zaten yaşlı ve aksayan babamın genç Victor'un kılıcı karşısında ölmesini istemediğimi oldukça net hatırlıyorum. Sustum... Oldukça uzun bir süre... Elbet bu susuşumda adamın uzun bir süre kaleye gelmemesinin, akraba ziyaretlerimizin katkısı büyüktü... 

Victor BlackBurn ile ayrılığımız beş ayı bulmuş lakin babamın iş için olmadığı günlerden birinde adam ansızın çıkagelmişti. Annem telaşlı uzun zamandır mutsuz ve korku doluydu. Olan bitenden haberdar olduğumdan ve elbet onları takip etmeyi de kendime görev bildiğimden uzaklaştırılmayı fırsat bilmiş Annem ve adam hararetle lakin sessiz olmaya çabalayarak fısıldaşırken bahane edilen yeni manzara resmi için yaptıkları bahçe yürüyüşünde peşlerine takılmıştım. Onlar kendilerine çekilecek bir kuytu bulduklarında ise hemen önlerinde duran saman yığını ardına gizlenerek dinlediğimi anımsıyorum. 

"Hamileyim Victor ne yapacağım?" Annemin sesi ağlamaklı ve çatallıydı. 

"Tabii ki kocana ondan olduğunu söyleyeceksin Angela..."

"Buna nasıl inanır? O..."

"Beş ay evvel eve içkili geldiği günlerden birini hatırlat  kart zampara o haliyle de olsa bir şekilde üzerine tırmanmıştır."

"Deneyeceğim lakin?"

"İnandır onu Angela... Bu denli büyüttüğün bebeği ne yapmayı düşünüyordun. Habersizce doğurup bana hediye etmeyi mi?"

Birde kardeşim olacaktı... Annem yeterince günaha girmemiş gibi. Peki o bebeğin suçu neydi?  Yaşananlar... O bünye ile atlatmanın ve gizli tutmaya çabalamanın zor olduğu şeylerdi. Beni bunalttıkça bunaltmış huysuz keyifsiz bir çocuk haline getirmişti. Babamın haberi aldığındaki sevinci ise başlıca bir mesele idi. Üzerime annem ve bebeğinin mesuliyetini aldığımı düşündüğümden hiçbir şey olmamış gibi davranan diğerleri arasında yerimi almıştım. Yeni bebeğe olan ilgi ve heves çoktan beni geri plana atmış tanrıya şükür buhranlarım ve kafamda kurduğum trajedilerim bana kalmıştı...

---

Tam olarak ne yazdığımın bilincinde değilim düzelteceğim Kurguyu sokmaya inat ettim buraya lakin ne kadar değiştiirmem gerektiğini hesaba katmamışım. 

Çarpık ilişkiyi burada da yazmışız :D Neyse... Düzeltmek beni fena zorlayacak. Çok değişecek çookkk... 

İlk başlangıç Lisa ve Mathewin küçüklük anılarından bahsediyor. Aslında üçüncü ağızdan anlatım ama ben bunu kendi ağızlarından bir kağıda hikaye yazılıyormuşçasına anlatmaya karar verdim. Zaten çok kısa kısa şeyler. Her ne ise bakalım ne olacak. Başladık bir kere. 






KARANLIĞIN ARDINDAWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu