Duşunu alıp üstüne temiz kıyafetler giydikten sonra gözlerinin hala ışığa karşı hassas olmasından dolayı güneş gözlüğü taktı.

Alt kata indiğinde Fırat onu holde bekliyordu. "Hala karakolda olduğunu söylediler" dediğinde Yağız kolundaki saati kontrol edip "Bu saatte mi?" diye sordu. Saat gece yarısını geçmişti.

Fırat kafasını onaylarcasına salladığında "Gidelim o zaman" diyerek kapıya yöneldi.

Karakola ulaştıklarında Yağız onunla karşılaştığında ne yapacağını bilmiyordu. Kalbini değişik bir duygu sardı. Korkuyor muydu? Heyecanlanmış mıydı? Genç kadın evden ayrıldığı gün gözlerinde gördüğü nefreti düşündü ve içi buz gibi oldu. Hak etmişti. Onun nefretini hak ediyordu çünkü gerçekleri ondan gizlemiş ve intikam almak için ondan nefret etmesini sağlamıştı. Onun canını yakmıştı ancak öfkesi dindiğinde, kendiyle baş başa kaldığında, anlamıştı ki kendi canını daha çok yakmıştı.

Fırat ile birlikte karakoldan içeri girdiklerinde adeta bir polis ordusuyla karşılaşmışlardı. Ve tam ortalarında İsra duruyordu. Yağız olduğu yerde kaldı. Karşısındaki kadın sevdiği kadındı ancak onun tanıdığı kadından çok farklı görünüyordu. İsra savunmasız küçük kızı çok iyi oynamıştı ama o rol ona hiçbir zaman yakışmamıştı. Şimdi karşısında adeta kozasından çıkmış bir kelebek vardı. Tanıdığı kadına hiç benzemeyen bu kadın onu daha çok etkilemişti. Üstünde ela gözlerindeki yeşili daha çok ortaya çıkaran yeşil balıkçı yaka bir kazak vardı. Yıllar önce onu aynı renk bir kazakla gördüğünü hatırlıyordu. O zamanlar İsra amcasının lokantasında bir garsonu oynarken şimdi güçlü bir baş komiser rolündeydi. Silahı koltuğunun altındaki kılıftaydı. İnce bacaklarını saran siyah kot pantolonu üzerine tam oturmuştu.

İsra onları karşısında gördüğünde yüzünde şaşkın bir ifade oluştu anca bu çok kısa sürdü. Yüzüne alaycı bir ifade yerleşirken "Şu işe bakın bizde tam sizi gözaltına almak için geliyorduk Yağız Bey. Hakkınızda çıkan yakalama emrinden sonra kendi ayaklarınızla buraya geleceğinizi düşünmedik" dedi.

Yağız'ın kaşları derin bir şekilde çatılırken "Yakalama emri mi?" dedi. Bakışları Fırat'a dönerken İsra yanındaki polislere işaret etmiş ve polisler ona doğru yaklaşırken "Yağız Bey'i sorgu odasına alın" demişti.

Fırat cebindeki telefonu çıkartıp avukatı arayacakken İsra "Fırat Bey'i de alın" dediğinde polisler onu da apar topar Yağız'ın peşinden götürdü.

Yağız sorgu odasına alındığında tedirgin değildi. Tam aksine birazdan İsra ile baş başa konuşabileceklerini bilerek keyifliydi. Hakkında çıkan yakalama emri ne ise avukatının bu durumu bir şekilde çözeceğinden emindi.

Yaklaşık on beş dakika bekledikten sonra içeri bir polis memuru girdi ancak İsra değildi. Karşısındaki sandalyeye oturan adama gözlerini dikti. Adam rahat tavırlarla sandalyeye oturup elindeki dosyayı masaya koyarken "Evet Yağız Bey, otellerinizde işlettiğiniz kumarhaneler hakkında biraz sohbet etmeye geldik" dedi.

Yağız istifini bozmadan "Sadece İsra Hanım ile konuşacağım" dedi.

Adamın yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. "Burası sizin taleplerinizi sunabileceğiniz bir yer değil Yağız Bey, benimle idare etmek zorundasınız. Yasadışı işlettiğiniz kumarhanelerden bahsetmek ister misiniz?" dediğinde Yağız "Avukatımı beklemeyi tercih ederim" diye karşılık verdi.

Adam onu duymazdan gelerek "Bu gece beş otelinize yapılan eş zamanlı baskınlarda otellerinizin üçünde yasadışı kumar oynatıldığı tespit edildi" dediğinde Yağız "Ya İsra Hanım'ı çağırın ya da susun" diyerek adamın sözünü kesti.

Gökkuşağındaki KaranlıkWhere stories live. Discover now