27. EZELDEN BERİ, MAHŞERE KADAR

Start from the beginning
                                    

Küçükken mahallemdeki ablaları ve abileri hatırlıyorum da hepsi evlenmeye, yuva kurmaya, sevmeye ve sevilmeye geç kalmamak ister gibi gençken yüzük takarlardı. Onlara bakarken, 'Nasıl hazırlar ki?' diye sorardım kendi kendime. 'Nasıl eminler ki kendilerinden? Acaba insan hisseder mi kaderini?'

Onların yüzük taktığı, çoluk çocuğa karıştığı yaşları geçtim. Baktım, ne elimden tutuyor biri ne de yanımda dikiliyor. Dedim ki kendime, 'Senin kaderin yalnızlık. Sen hiçbir zaman tadamayacak, o hazır oluşu hissedemeyeceksin çünkü senin elinden bir yalnızlık tutar.'

Kimse tutmasın elimi dedim. Yalnızlıksa tutacak olan, sımsıkı yumruk yaparım o eli, yalnızlığı bile yoldaşım yapmam. Bilmiyorum, belki de o eli öyle sıkı kapadım ki o yumruğun gelip de yüzümde patlayacağını hiçbir zaman düşünemedim. Yüzümde patladı o yumruk çünkü o el açılmalıydı. Çünkü kalkmak için kimsenin eline ihtiyaç duymayan ben, elini bana uzatan adamın elinden tutmalı ve beni kaldırmasına izin vermeliydim.

O el açılmalıydı çünkü tam önümde bir dizi yerde, titreyen elleriyle bana yüzüğü gösteren adamın yüzüğü bana takabilmesi için ellerimin çözülmesi gerekiyordu.

Seziş, ben kafa dokuz milimlik kurşun mu yedim yoksa yaşanan her şey rüya mı? Önümüzde DİZ ÇÖKEREK benimle evlen, DOKUZ çocuk yapalım, Keleş 2 bizden çıksın, tüm alemin menba-ı saadeti olalım mı diyor Turanişko?

Dilim tutulmuş gibi ona baktım, ne yapacağımı bilemedim. Kulaklarım kalbimin atışından çınlıyordu. Ellerimin yeri neresi olmalıydı, onları nereye koymalıydım? Ayaklarım yere basıyor muydu? Aklım, ne zamandır benimle değildi? Gözlerim yağ gibi önüme nasıl akmıyor, nasıl süzülmüyordu? Nefesim sıkışmıyor, dizlerim beni taşıyabiliyordu. Dilim ne diyeceğini biliyor muydu?

Endişe yüreğimde kırık bir mum ışığı gibi yanmaya devam ediyordu. Tekne patladığında onun olmayışının endişesi usulca süzülüyordu halen içimde.

Onu önümde diz çökerken görmeye daha fazla dayanamadım. Dizlerim beni taşıyamadı, her ikisi üzerinde yere çöktüm. Ben bu hayatta yalnızca şu an, onun için diz çöktüm.

Ellerim onun yanaklarına tutundu. Onu mu tutmaktı amacım, ona mı tutunmaktı bilmiyordum.

Başımı aşağı yukarı salladım. "Evet," dedim daha da düşünmeden. "Evet, seninle evlenirim. Tabii ki de evlenirim."

Turan gözleri parlayarak baktı bana. Sırılsıklamdı, umurunda değildi. Elleri titriyordu, umurunda değildi. Keleş bizi izliyordu, polis sirenleri duyuluyordu, marina alev altındaydı; umurunda değildi. O an ben ona bakıyordum ve o yalnızca beni görüyordu.

"Evlenir misin?" Bir an ne dediğini bilmediğini çok net hissettim.

Asıl sen bizimle evlenir misin be adam? Bu nasıl soru? Biz kaç asırlardır Turancıyız, senin haberin var mı? Evet, evet, EVET! Zibilyon kere evet! BAĞIR BE SEN DE!

"Evlenirim!"

Titreyen elleri arasındaki kutudan yüzüğü çıkarmaya çalıştı. Gözlerini benden ayırmıyordu. O benden daha heyecanlı gibi duruyordu. Sözlerini hatırlıyordum.

Geç kalmak istemedim Sezin. Sana yeterince geç kalmıştım zaten, neyi düşünecektim? Gördüm bu yüzüğü, aldım, koydum cebime. Bir gün bana evet demen için çökecektim dizlerim üzerine, dünyanın en güzel kadınına en hak ettiği teklifi edecektim.

Zaten bu teklifi etmeyi bayadır düşünüyor, yüzüğü cebinde bekletiyordu. Madem hazırdı, madem bekliyordu; neden şimdi çocuk gibi bir heyecanla karşımda titriyordu?

KAZAZEDEWhere stories live. Discover now