0.3 | güneş bile ayrı bir soğuk

471 63 61
                                    

bekleyenleri beklettiğim için çok özür diliyorum, hâlâ buralardaysanız da teşekkürler.. erken yeni yıl hediyeniz olsun bu bölüm, daha fazla bekletmek istemedim.

iyi okumalarr

Alarmın sesiyle uyan, metroda ayakta kalmamak için metronun açılışını yap, metronun çıkışında sabahlayan ve soğuktan titreyen elleriyle peçete tutan yaşlı amcanın yanından geç, yokuş aşağı sallanırken bıraksam kendimi düşüncelerinden vazgeç, soldaki küçük pastaneden sakın simit alma.

Hayatı buydu, böyle geçiyordu. Kutlama telaşı bitmişti ve restoranda herkes psikolojik olarak daha rahat ve daha sakindi bu da Alican'ın monoton ve sıradan hayatına geri dönmesi anlamına geliyordu. Bundan şikayetçi değildi, düzeltmek için veya heyecan katmak için bir şey yaptığı da yoktu sadece yoruluyordu daha doğrusu zaten yeterince yorgundu.

Duyduğu yüksek sesli kornayla ise yerinde sıçramış refleks olarak sese doğru dönerken ellerini öne doğru hızla kaldırmıştı, tek omzunda duran sırt çantası kolundan kayıp yerle buluşurken de yarım metreden az yakınında duran arabaya çevirmişti bakışlarını.

Yarım metre yakınındaydı ölüm, sadece yarım metre.. Fren sesinin duymuştu, o hızla gelen bir arabanın kendisine çarpması sonucu hayatta kalamazdı. Yorgun kalbinin böyle büyük bir kazayı kaldırabilme lüksü olmazdı.

Saniyeler saniyeleri kovalarken fark etmişti donup kaldığını. Dakikalar daha yakalanmamıştı saniyelere ama yine de saatler geçmiş gibiydi. Arabanın içindeki kişiye bakmadan hızla yere düşen çantasını eline aldı ve adrenalinle çarpan kalbini umursamadan yolun ortasından koşarak çekildi. Ölümdü ve gerçekti.

Kalbi boğazında atıyormuş gibiyken yürümeye devam etti. Nefesini düzenleyemiyordu,  daha fazla yürüyemeyeceğini anladığındaysa kaldırımın köşesinde durdu. Dizleri titriyordu, hayır tüm bedeni titriyordu, dizlerinin üstüne çöktüğünde elini göğsüne götürerek birkaç kez vurdu. Doktorun bahsettiği panik ataklardan mıydı bu, bilmiyordu ama ölecekmiş gibi hissediyordu.

Canını yakıyordu; nefes almak, nefes vermek ama en çok da nefes alıp vermeye çalışmak canını yakıyordu.

Titreyen ellerini cebine atarak telefonunu çıkardı. Zamanında restorana varmasının imkanı yoktu ki bugün varamazdı da artık. Bedenindeki tüm kan çekiliyormuş gibi hissederken, özellikle, kalkıp yürüyecek hali bile yokken restorana gidip yemek yapamazdı.

Birinin ismini seslenişini duyduğunu sandığındaysa başını sağa sola sallayarak doğru duyduğuna emin olmak istedi. Görünürde tek bir tanıdık sima yoktu. Soğuktan parmak uçları kızarmaya başlamış olan elini yüzüne götürerek gözlerini kapadı.

Nefes almaya çalışıyordu ve bu zordu, niye bu kadar zor olmalıydı ki bu? Ciğerleri pes etmiş gibi hissetmekten kendini alamıyordu. Pes etmek istemiyordu, pes etmek istemiyordu, pes et-

Koluna dolanan parmaklarla sadece irkilmekle kalmamış nasıl bir güç belirdiyse vücudunda tek bir hamlede ayağa kalkıp kolunu kendisine doğru çekmişti. Gördüğü tanıdık kahvelerle ise çektiği koluyla birlikte nefesi de kesilmişti. Burada ne yapıyordu bilmiyordu ama karşısındaydı. Yüzlerce insan çevrelerinde hiçbir şey yokmuş gibi yürümeye devam ederken Alican zaman kavramını yitirmişti.

"İyi misin, Alican?" neden, neden ismi onun dudaklarının arasından dökülürken kalbi bu kadar hızlıydı ki.

Cevap olarak sadece kafasını aşağı yukarı salladı. Siz burada ne arıyorsunuz diyecekti ki demesine gerek kalmadan "Hasan'ın yeri şurası, biz de orada oturuyorduk. Seni duran bir arabanın önünde görünce takip ettim ama çok hızlıydın."

"Niye, niye takip ettiniz?" söyledikleri zihninden kulaklarına dolduğunda ne dediğini yeni fark etmiş gibi çevirmeye çalıştı. Ne diyordu böyle? Toparlanması gerekiyordu. Acilen.

"Yani, gerek yoktu zahmetinize. İyiyim ben."

"İyi misin, gerçekten?" neden böyleydi, neden bu kadar ilgiliymiş gibi davranıyordu. Bu daha da yakıyordu canını, ilgiye muhtaçmış gibi hissetmesini sağlıyordu. Hızla çarpan kalbi de buna kanıt gibiydi.

Çantasını sıkmaktan beyazlamış ellerini görmezden gelerek iki adım geriledi. Aralarındaki mesafenin büyümesi çarpan kalbine pek bir fayda sağlıyormuş gibi davranıyordu. Gözleri yere indiğinde başını tekrardan aşağı yukarı hafifçe salladı. İyiyim, gerçekten diyebilecek gücü bulamamıştı.

"İzinlisin bugün." itiraz edemeden de devam etmişti.

"Rica değildi bu Alican, izinlisin." bu sefer bastırarak net bir şekilde söylediğinde sadece Alican değil kimse itiraz edemezdi.

"Seni evine bırakabilirim."

"Yok, gerek yok." soru gibi durmasa da reddetti. Beyni hala darma dağınıktı, kavrayamıyordu bazı şeyleri. Ölüm diyordu en son kafasının içindeki, şimdiyse kumun üstünde nefes almaya çalışan bir balık gibiydi.

"Arabam şurada."

Alican ikinci kez şahit olduğu keskin tavır karşısında kaşlarını catmadan ve yutkunmadan edemedi. Kaba değildi, Danilo Zanna hiçbir zaman kaba değildi ama hayır denmesini de kabul etmiyordu ve bu iyi değildi.

Hiçbir zaman keskin hayır ifadeleri kullanan birisi değildi, uyumluydu; aykırı ve çıkıntılık yapan birisi hiç olmamıştı ve şimdi Danilo Zanna karşısında da bir şey yapamıyordu. Neden diye bile soramıyordu. Oysaki zihnindeki tek soruydu; neden, neden, neden-

Kendisine kafasını 'hadi' dercesine sallayan adama karşı direnmesinin bir anlamı da yoktu daha fazla. Adımlarını hızlandırıp önden yürüyen adama yetişmeye çalıştı, arabaya bindiklerindeyse derin bir nefes bırakmıştı.

Ellerini birbirlerine ovuşturarak camdan dışarı baktı. Hayat karmaşıktı ve bırakıyordu artık kendini. Akıntıya kapılan bir yaprak gibi süzülüyordu oradan oraya, komikti şimdi içinde bulunduğu durum. En olmaması gerektiği yerdeydi belki de. Susmayan kalbi ve zihninin en büyük sebebinin yanındaydı.

"Üşüyor musun, klimayı açayım mı?" soğuk havaya ve az önceki keskin sesinin aksine şimdi sıcacıktı ses tonu. Alican hayır demek istese de diyemedi, fazlasıyla üşüyordu.

"Fark etmez bana." fark etmediğini yeterince yansıtamamış olsa gerek ellerinin üzerinde hissettiği ele ve ardından klimanın açılmasına tepki verememiş, kaskatı kesilmişti.

"Ellerin buz gibi olmuş Alican."

Bir şey diyememiş ve sessiz kalmıştı, tabi aynı şey kalbi için mümkün değildi. Ellerinin temasının ardından temasın kopmasıyla üşümüştü asıl. Ve bunu kendisine bile itiraf edebiliyor muydu ki?

Ellerini kaldırarak klimaya doğru tutup zihnini dağıtmaya çalıştı. Sıcak hava soğuk parmaklarının arasından geçip gidiyormuş gibiydi.

"Sessiz misindir, böyle hep?" niye bu kadar çok soru soruyordu, bir şey olmuştu da haberim mi yok diye düşünmeden edemiyordu Alican. Gerilen vücudunu gizlemeye çalıştı, malum karşısındaki adamın iyi bir gözlemci olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.

"Genellikle." diyerek kısaca cevap verdiğinde arabayı bir kahkaha kaplamıştı.

"Tatlısın." bir süre için kulaklarının uğuldadığını düşündü Alican. Neden, neden böyle davranıyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladığında nefesi kesildi, öksürmeye başladığındaysa şu an da durabilirdi duracaksa kalbi.

Danilo'nun arabayı durdurup iyi misin derken su uzatmasıysa işleri daha da utanç verici yapıyordu.

Alican titreyen elleriyle su şişesinin kapağını açarken yanaklarının kıpkırmızı olduğuna emindi.

Danilo'nun sıcak elleri sırtını sıvazlarken de hafif hafif öksürmeye devam ediyordu.

"İyisin, sakin ol." iyi değildi, en son ne zaman olmuştu ki?

chasing cars, Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin