Narin hareketlerle çıt çıkarmadan odadan çıkmayı başarmıştım. Merdivenlere geldiğimde ortamın loş kırmızı ışıklarla aydınlatıldığını gördüm. Ortalıkta kimse yoktu ama vampirlerin uyumadığına emindim. Burası kaç kat olduğunu bilmediğim bir şatoydu. Her katta onlarca oda vardı. Vampir oteli gibi görünüyordu. Asil'in vampirleri burada topladığını ve bir ev gibi hissettirmeye çalıştığını düşünüyordum. Tüm vampirlere sanki çocuklarıymış gibi bakıyordu. Onların babası gibi davranıyordu. Vampirlerde bunu hissediyor, Asil'e saygı duyuyorlardı. Bakışlarından, hareketlerinde bu belliydi.

Usul adımlarla en alt kata kadar inmeyi başarmıştım. Giriş kapısı sandığımın aksine kapalı değildi. O iri kapıyı açmaya çalışmak zorunda kalmamaktan memnun olmuştum. Çıkışa doğru ilerlerken karnımın guruldadığını hissettim ve elimle karnıma bastırdım.

Nihayet dışarı çıktığımda derin bir nefesi içime çektim. Hava soğuktu ama gökyüzü açıktı. Zifiri karanlık bu ormanda yıldızların parlaklığı çok daha belirgindi. Kot montun önünü ilikleyip kollarımı birbirine dolayarak yürümeye başladım.  Etraf yeşillikti. Küçük bodur ağaçlar örüntülü bir şekilde dikilmiş, etrafı yine belirli örüntüde daha küçük çalılarla çevrilmişti. Geniş bir alan şatonun etrafında açık haldeydi ancak çevrili değildi. Dikili seyrek ağaçları aştığınız noktada direkt ormanın içerisindeki uzun ve sık ağaçlarla karşılaşıyordunuz. 

Asil'in bu kadar güzel bir alana sahipken neden şehir içinden arazi almak istediğini merak etmiştim.  Yüzlerce yıl yaşamak kim bilir insana neler hissettirirdi?

Sıkılmak?

Yorulmak?

En önemlisi yapayalnız hissetmek?

Muhtemelen ben yüzyıllar yaşasam yalnız hissederdim. Kendi zamanımdan kimsenin kalmamış yada çok az kalmış olması insanı yalnızlığa ve korkunç bir psikolojiye iterdi.

Tanrım!

Kafamı bu rahatsız edici düşüncenin kaybolması için iki yana salladım. Birkaç dakika ufak adımlarla yürüdüm. Epey ilerlediğimi fark edince zeminin ıslak olmasını önemsemeyerek yanımdaki bodur ağacın dibine oturdum. Sırtımı geriye yaslayıp başımı ağaca dayadım.  Gün doğmadan bu serin havanın tadını biraz daha çıkarmak ve sabah yaşanacak olan kaoslu havaya katlanabilmek için güzel enerji depolamak istedim. 

Gözlerimi kapayıp iç çektiğim esnada arkamda hissettiğim çıtırtı ile dudaklarımdan istemsiz kısık bir inilti koptu.

"Ya fazla cesursun, ya fazla aptal."

Bu ses Asil'e aitti. Sabaha karşı huzur bulmayı umarken karşılaşmayı en son isteyeceğim kişiye yakalanmıştım.

"Ya fazla geziyorsun, ya da beni fazla izliyorsun."dedim aynı tonda. Sanki az önce korkudan inlememişim gibi umursamaz davranmaya çalıştım. Hala arkamda olan Asil'e dönüp bakmamıştım. Bakışlarım hala bulutsuz gökyüzündeydi.

"Bunca vampirin olduğu yerde gece vakti dışarı çıkarken ne umuyordun sahi?"

"Sen vampirlerinin sana itaat etmemesinden mi endişeleniyorsun yoksa senin bölgene birisinin sızmasından mı?" Arkamda kısık sesle söylendiğini işittim. Sabrını zorluyordum ve bundan zevk alıyordum.  "Şaton pek havadar değildi sevgili Lider. Nefes almak istedim."Başımı hafifçe öne eğdim. "Kafamın içindekiler biraz benden uzaklaşsın istedim." Sesim daha sakin çıkarken kalbim sızlamıştı. İç çektim.

Asil bir şey söylemeden hizama geldi. Dizlerini kırıp bağdaş kurarak yanıma oturduğunda elindeki geniş bir tepsiyi önüme bıraktı. Tepsinin içerisinde kocaman bir hamburger vardı. Şaşkınca bakışlarımı Asil'e çevirdim. Başını kaldırmış göğü izliyordu. Yüzüne vuran ay ışığı yan profilden sivri çenesini ve ince boynunu öne çıkarıyordu. Uzun kirpiklerinin gölgesi göz altlarına düşüyor, kemikli yüzünün gözüme çarpmasına sebep oluyordu.

MAYSARAWhere stories live. Discover now