başlangıç

236 33 59
                                    


'Cemil!' güzel yüzlü.

Cemil, ismini kendisine yakıştırmazdı. Belki de bu sebepten, aslında hoş bir melodi gibi çalınan bu güzel ismin uzaklardan haykırılması, acı bir çığlık gibi çınlardı kulağına. Ne vakit biri kendisine seslense, Cemil peşinde tüm vücudunu sarmaya meyleden bir alev varmışçasına kaçmak isterdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

Ablasının yüksek perdeden yankılanan sesi ile eş zamanlı olarak yüzünü buruşturdu hafifçe. Sanki mümkünmüş gibi halihazırda kambur duran bedenini iyice eğip bükmek, belki de yok etmek, kaybetmek istedi.

'Cemil diyorum, baksana buraya!'

Gittikçe yükselen ses, odağını daha da dağıtırken gözlerini bulmaca sayfası açık olan gazeteden kaldırdı, ufak bir düş kırıklığı ile dudaklarını birbirine bastırdı. Zaten zihnini ne denli zorladıysa da, çözememişti bir türlü.

'Söyle abla, söyle.' Simay, kardeşinin bıkkın ses tonuna gözlerini devirdi. 'Kambur oturma.' Sert bir hareketle elini sırtına vurduğunda, Cemil ablasını taklit edip gözlerini devirmemek için zorlukla durdurdu kendini.

'Hem bu saat olmuş, senin ne işin var hâlâ evde?' Kızar bir tonda sorduğu soruyla gerildiğini hissetti Cemil. Önündeki gazeteyi yer yer kabarıp soyulmuş ahşap boyamalı sehpaya koydu, göz numarasına uymayan gözlükleri de yanına. Yine dırdır çekecekti tüm gün, biliyordu.

'Nöbetleri değiştirdik Muazzez'le. O gündüz, ben gece dağıtacağım artık.' Derin bir soluk alma ihtiyacı hissetti. Böylesine uzun bir cümle kurmayalı epey bir vakit oluyordu. Kendisininkinin aksine, parıldayan yeşil rengi gözlere dikti bakışlarını. İnce, biçimli kaşların her zamanki gibi çatılmasını, kuruyup çatlamış dudakların ince bir çizgi halini almasını izledi. Simay böyleydi, kardeşinin mahzun bakışlarının aksine, her daim öfkeyle yanardı ateşten gözleri. Cemil kimi zaman bu bakışlarda bir şeyin onu ürküttüğünü, geriye doğru sendelemesine sebep olduğunu düşünürdü.

'Gece gece kim gazete alır akılsız? Muazzez denen o fesat kumkumasının lafıyla hareket ediyorsun yine değil mi sen?' bu sefer kaşlarını çatma sırası kendisine geçti Cemil'in. Simay, Cemil'in kardeşi gibi gördüğü Muazzez'den hiç haz etmez, ismini duyduğu an çileden çıkardı.

'O nasıl söz abla, ne kötülüğünü gördün kızın?' Simay'ın ağzını açmasına fırsat vermeden devam etti. 'Hem memleketin halini bilmezmiş gibi konuşma gözünü seveyim, sabah gazete dağıtmaya çıksam Fransız askerleri tuttuğu gibi götürüyor, kol geziyorlar sokakta.'

Az evvelki dinginliği gitmiş, uzaktan el sallıyordu sanki ona. İçinden ablasına kızmak geldi ancak, ne diyeceğini, onu ne ile suçlayacağını bilemedi. Kendisinin aksine Simay, her an patlamaya hazır bir volkan gibiydi. 'Bırak bahaneleri Allah için, iyice eve hapsettin kendini. Yakında güneşten kaçacaksın diyordum, o da oldu nihayetinde.'

Yanından büyük adımlarla uzaklaşıp mutfak tezgahına ilerleyen kadını izledi yalnızca. Cevap vermedi, zaten ne zaman ağzını açsa bir tanecik ablası onu mutlaka ufak bir çocuk gibi azarlardı. Kendi kendine kafasını salladı, ufak bir tebessüm sundu haline. Gözü önce az evvel bıraktığı bulmacaya, ardından hemen karşısındaki su izleriyle buğulanmış çatlak aynaya kaydı. Kehribar rengi gözlerini çevreleyen, bu mesafeden neredeyse görünmeyen kısa kirpiklerini, iyiden iyiye onu bir evsize benzeten uzamış açık kahve saçlarını ve kirli sakallarını izledi. Hemen arkasından son zamanlarda daha bir zayıflamış olmasının getirisiyle çöken göz altlarına, belirginleşen elmacık kemiklerine çarptı gözleri. Neden sonra görmemesi gereken, mide bulandırıcı bir mahlukat görmüş gibi geri çekti bakışlarını.

Romancı °bxb°Where stories live. Discover now