26. SAÇ TELİNDEN URGAN

Start from the beginning
                                    

Eftalya Atalar bu kadardı, daha fazlası değildi. Gücü buraya kadardı, bir daha doğrulamazdı. Bir insan kalbinde bu kadar büyük bir oyukla artık dimdik duramazdı.

Arkamdaki adım seslerini işittiğimde gözlerimi kapattım ve o an, ağladığımı fark ettim. Ne kadar zamandır ağlıyordum, bilmiyordum. Adım sesleri beni kendime getirmişti. Yaşları omzuma sildiğimde büyük bir nefes verdim ve çenemi havaya kaldırmaya çalıştım ama ilk defa bunu da başaramadım.

Adımlar durdu ardından omuzlarıma battaniye atıldığında üşüdüğümü de o an fark ettim. Adımlar karşıma ilerledi ve sonrasında yere çöktüğünde onun yüzünü gördüm, Tugay'ın yüzünü. Birbirimize baktığımızda defalarca yanımda olmuş, sessizce benimle acımı paylaşmıştı ama konuşacak halim olmadığını bildiğinden ötürü üzerime gelmemişti.

Şimdi gözlerimin içine bakarken gördüğüm onun da hiç uyumadığıydı.

Üzerinde ince siyah bir kazak vardı, o da üşüyecekti hatta saçları da ıslaktı. Ne kadar süredir arkamdaydı diye düşünmeden edemedim.

"Kendi nezdimde," dedi kısık bir sesle. "O kadar sessiz kaldım ki, daha fazlasına tahammül edemeyeceğim sanırım." Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında sağ elinin tersindeki tırnak izleri gözlerime çarptı, onları ben yapmıştım. "Kovsan da gitmeyeceğim, sustursan da devam edeceğim çünkü üç gün, üç yıldan fazlaydı."

Burnumu çektiğimde bakışlarım yeniden arkasındaki seraya doğru döndü. Yepyeni çiçekler ekilmişti, hepsi canlıydı. Benden daha canlı. O an fark ettim, ben bu son olayda solmamıştım, ben yavaş yavaş solmuştum, son olay yediğim en acı darbeydi. Solmuştum solmasına da, ölmüş müydüm?

"Çiçeklere kim bakıyor?" dedim kısık bir sesle. "İyi görünüyorlar."

"Ben," dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan.

"Sen çiçek bakmayı biliyor musun ki?"

"Öğrendim senin için," dediğinde yüzünü buruşturdu. "Ama senin kadar iyi değilimdir galiba."

Omzumu indirip kaldırdım. "Sanırım ikimiz de artık çiçekleri kendi hallerine bırakmalıyız çünkü ellerimizde kan var, çiçekler çok masum kalıyor."

Başını iki yana salladığında uzanıp sol elimi tuttu ve avcumun içinden öptüğünde "Ama," dedi tek nefeste. "O zaman kurak topraklarda çiçeklerin açtığına nasıl inanırız?" Bakışlarım ona döndüğünde başını omzuna doğru yatırdı. "Senin çiçeklerin de umudu aşılıyor."

Alayla güldüğümde bakışlarımı gökyüzüne doğru çevirdim, yüzüme kar taneleri çarptı. "Hiç kar topu savaşı oynadın mı?"

Çok kısa bir an sessiz kalıp "Evet, küçükken," dedi. "Sen?"

"Evet," dedim. "Babamla."

Sessizlik.

"Peki hiç kar yağarken sokağa atıldın mı?"

Yine bir sessizliğin ardından "Evet," dedi. "Sen?"

"Evet," dedim. "Annem tarafından."

Başka bir sessizlik daha.

"Peki hiç kardeşin karlar yağarken vuruldu mu?" Bu kez gerçek bir sessizlik. "Benim kardeşim vuruldu, birinde çocuktu, birinde de tekerlekli sandalyedeydi. İlkinde yaşadı, ikincisinde ise öldü."

Bir cevap yoktu zaten olamazdı da. Belki de kuracağı her cümlenin benim canımı yakmasından korktu.

Susmadım, devam ettim. "Tugay," diye mırıldandım gökyüzüne bakmaya devam ederek. "Artık bensiz yola devam etmen gerekecek, özür dilerim seni yarı yolda bıraktığım için fakat gücüm kalmadı. Yorgunum, bitkinim ve artık ölmeyi istediğimi hissediyorum. Çoğu zaman da delirdiğimi fark ediyorum. Hiçbir işine yaramam." Gözlerimi kapattım, büyük bir nefes verdim. "Bu denli işe yaramazken ayak bağı olmaktan da başka bir meziyetim olmaz. Böyle bir durumda da gitmem gerekir, biliyorum ama şu anlık gidecek bir yerim yok. Bana biraz müsaade edersen kafamı topladıktan sonra yolumu çizeyim."

BEYAZ LEKEWhere stories live. Discover now