11

362 65 64
                                    

Merhaba arkadaşlar. Depremdi üniversiteydi derken hayatım yeni yeni oturmaya başladı ve bu hikayeyi yazabilecek gücü kendimde bulabildim. Umarım beni anlayışla karşılarsınız. Bu hikaye için aklımdaki plan daha gündelik, minsungun sıkça atıştığı, doğaüstü olayların olmadığı, bir miktar gizem ve gerilimin olduğu bölümler yazmaktı. Bu planı uygulamaya devam edeceğim. Yazış şeklim oturmamış olabilir. Bölümler geçtikçe hikayeye tekrar girebilmeye ve yazış şeklimi düzeltmeye çalışacağım. Uzun ömürlü bir fic olacak gibi. Çünkü dediğim gibi, daha gündelik minimal bölümlerden oluşacak bu yüzden upuzun(diğer hikayelerime göre) yazmayı düşünüyorum. Oy ve yorum için ısrarcı olmayacağım çünkü şu anda yazdığım şeye hiç güvenmiyor, bölümü atıp atmamak konusunda çokça kararsızlık yaşıyorum. Bölümler ilerledikçe oturtabileceğimi düşünüyorum. İyi okumalar dilerim💜


Perşembe sabahı hava önceki günlere göre daha açıktı. Soğuk hava etkisini sürdürse de gökyüzünde parlayan güneş bir nebze de olsa ısıtıyordu.

Bugün nihayet Changbin'in polis arkadaşıyla görüşeceklerdi. Ellerindeki kutuları poşetlere dolduran Jisung ve Jeongin ikilisi, kasabanın çarşısındaki karakola doğru gidiyorlardı.

"Daha ne kadar yürüyeceğiz?" Diye şikayetlenen Jisung, elindeki poşeti Jeongin'in eline tutuşturdu. Jeongin göz devirerek poşeti alırken Jisung üzerindeki krem rengi kabanına sarındı. İçine giydiği kahverengi pantolonuna ve daha açık renkli kazağına rağmen üşüyordu.

"Tam karşıda." Diyen Jeongin ilerideki küçük karakolu gösterdi.

Nihayet karakola girdiklerinde Changbin ve bir polis memuru onları karşıladı. Jisung yakışıklı memuru kısaca süzdükten sonra Changbin'e döndü.

"Kutuları getirdik." Jeongin elindeki poşetleri gösterdiğinde yakışıklı polis memuru gülümseyerek poşetleri aldı.

"Lütfen beni takip edin." Diyerek onları koridorun sonundaki bir odaya götürdü. Jisung rahatsızca küçük odayı incelerken sandalyelerden birine oturdu. Tam karşısına da Jeongin oturduğunda Changbin kapıyı yavaşça kapattı.

"Benim adım Park Hodong. Siz kısaca Hodong diyebilirsiniz." Diyerek elini uzattığında Jisung onu alıcı gözle süzerek uzattığı eli sıktı.

"Ben de Han Jisung. Zaten biliyorsunuzdur." Adamın elini uzun süre bırakmazken parmaklarıyla okşamayı da ihmal etmedi. Flörtöz gülümseyişine adam şaşkınca bakarken Jeongin öfkeliydi. Tam Jeongin onu uyaracaktı ki açılan kapı sesiyle buna gerek kalmadan memur elini çekti.

Jisung kapıya baktığında gördüğü kişiyle göz devirmeden edemedi.

"Her yerde peşimde." Diye mırıldandığında siyah saçlı genç adam içeri girdi.

"Merhaba." Diyen Minho herkesle selamlaştığında Jisung en son yaşanan dostane konuşmadan sonra ona karşı daha yumuşak davranmaya karar vermişti. Bu yüzden ona hafifçe gülümseyerek selam verdi.

Nihayet selamlaşma bittiğinde esas konuya geçiş yapmışlardı.

"Bu kutular ne zamandan beri gönderiliyor?" Diye sordu Hodong dikkatli bir şekilde kutuları ve içindekileri incelerken.

"Buraya geldiğimizden beri."

Jisung sessizce Jeongin ve memurun konuşmalarını dinliyordu.

"Aslında Changbin'e de söylediğim gibi bunu öğrenmemizin tek yolu kapınızın önüne kamera taktırmak. Böylece kutuları bırakan kişiyi belirleyebiliriz. Kafenin kamera kayıtlarını kontrol etsek de şarkılarınızın sızdırıldığına dair hiçbir kanıt bulamadık. Çantanız ve tabletinizin yakınına dahi yaklaşan olmamış." Ciddiyetle Jisung'a bakarak konuştu.

Star Lost |Minsung| Where stories live. Discover now