8

641 116 141
                                    

Yarın akşam kafenin açılışına özel bir şeyler içeceğiz. Sen de davetlisin.

———————————————

Neredeyse kasım ayına gelmişlerken hava git gide daha da soğuyordu.

"Akşam geç gelirim." Diyen Jeongin, pembe saçlı çocuğun tepkisini inceledi.

"Neden?" Jisung kahvaltısını ağzına doldururken şişen yanaklarıyla dünyanın en sevimli varlığıydı.

"Çünkü Minho ve Chan'ın kafe açılışına özel küçük bir kutlama varmış."

"Ve?"

"Davetliyim."

"Hiç kutlama havasında değilim." Diye mırıldanan Jisung tabağını alıp tezgaha bıraktı.

"Davetliyim dedim Jisung. Davetliyiz demedim." Jisung aldığı cevapla kaşlarını çatarken kalçasını tezgaha yasladı ve kollarını birbirine bağladı.

"Beni davet etmediler yani, öyle mi?"

"Yalnızca ben." Jeongin gülmemek için yanağının içini ısırırken Jisung sinirden kıpkırmızı olmuştu.

"O eziklerin kutlaması çok da umrumdaydı sanki!" Diyerek masaya koyduğu defterini de alıp odasına gitti. Jeongin arkasından göz devirirken masayı toparladı ve işe gitmek için hazırlandı.

Odasından çıkan Jisung ise peluş ceketini üzerine giyip botlarını ayağına geçirdi.

"Sen nereye?" Jeongin ona merakla bakarken pembe saçlarını karıştıran çocuğu süzdü. Rahat giysiler giymişti.

"Cumartesi gittiğimiz tepeye gideceğim. Yıldızları izlediğimiz tepeye."

"Yıldızları izlediğiniz?"

"Yani, Minho ile konuştuğumuz.. Neyse, belki ilham gelir diye düşünüyorum."

"İş bulmalısın, biliyorsun değil mi?"

Jisung omuz silktiğinde Jeongin söylenerek onunla birlikte dışarı çıktı. Jisung elindeki defter ve tableti omuzuna astığı krem rengi çantasına koyarken Jeongin ile vedalaştılar.

"Dikkatli ol ve en ufak bir şeyde beni aramayı unutma."

"Tamam anne." Diyen Jisung cevabı beklemeden yukarı doğru çıkmaya başladı. Jeongin ise onun tam tersi yönünde aşağı inerken birbirlerinden uzaklaştılar.

Jisung üzerindeki peluş cekete iyice sarınırken sonunda o tepeye ulaşabilmişti.

Minho ile konuştukları parmaklıklara yaklaştığında az ileride bir bank olduğunu görüp oraya ilerledi. Banka yerleşerek çantasını omuzundan çıkardı ve içindeki tabletiyle defterini alarak gökyüzünü inceledi. Gri gökyüzü ve kızgın dalga seslerine karşılık gözlerini kapatarak derin bir nefes alarak suratına çarpan rüzgarı hissetti.

Tabletinden kaydettiği seslerden birini açtı ve sesini kıstı. Etrafta ne bir ev ne de insan olduğu için rahatsız olabilecek kimse yoktu ama yine de müziğini kimseciklere duyurmak istemiyordu. Defterine dakikalarca bir şeyler karalayıp durdu. En sonunda aklına takılan bir cümle, şarkının tam olarak ana fikri olacak gibiydi.

Sen adlı yıldız bu karanlık odanın içinde parlıyor.

Bunun bir aşk şarkısı olacağını düşünmüştü ancak neden şu anda hissettikleri karanlık şeylerdi? Gri gökyüzü bile bunun aşk şarkısı olamayacağının kanıtıydı. Belki de bu bir ayrılık şarkısı şarkısı olmalıydı. Peki ya neden her şey bu kadar sakindi? Etrafta ufacık bile ses yoktu. Kızgın dalgalar sakinleşmişti. Ayrılık böyle bir şey olamazdı. Ayrılık kırıp dökerdi. Peki bu neydi?

Star Lost |Minsung| Where stories live. Discover now