Çok iyi gelirdi yalnızlık ve huzur.
Belki burası da iyi gelirdi bana. Ve benim lanet olası rüyalarıma.

Sabah havası serin olacağı için ince bir ceket aldım üzerime, karton kutular arasından.
Kapı önündeki ayakkabılarımı giyinirken cebimdeki kartı fark ettim ve onu da ne zaman elime aldığımı bilmediğim telefonumun arkasına, kılıf ile arasına koydum.

Düşmesini istemezdim yine.
Ve eline alan kişinin benimle alay etmesini de.

Anahtarımı cebime atıp evden çıktıktan sonra yine bilmediğim, ama bu sefer daha az korkunç olan sokaklarda ilerlemeye başladım.
Sıradan bir semtti işte. Yerlerde asfaltlar yerine kare kare bloklar vardı. Yürürken dikkat gerekiyordu çünkü takılıp düşme olasılığı vardı.

Kaldırımlar ise buna kıyasla daha güvenli görünüyordu o yüzden oradan yürümeye devam ettim.
Hiçbir sokağa sapmadan, sabah havasını içime çeke çeke ilerledim.

Ve sonunda bir park çıktı karşıma. Belediye Parkı yazıyordu. Burada özel mülkiyet bulabileceğimi sanmıyordum zaten. Genel olarak belediyenindi çoğu yer.

Parkın paslı kapısını itip içeri girdikten sonra tekrar kapadım ve garip bir şekilde zarar görmemiş salıncaklara doğru yürüdüm. Demiştim ya eskiden de bahçe salıncağında dinlerdim kafamı.

Yine bir salıncak bulmuştum, tek farkı yüzeyinin deri kumaş yerine plastik olmasıydı.

Koruma kısmını yukarı doğru itip oturduktan sonra yine indirdim aşağı. Zayıf bedenim buraya çok rahat sığmıştı.
Yere yarı yarıya değen ayaklarımı kullanıp kendimi sallarken başımı demire yasladım.

Bu sefer ne altın varaklı kolon geçişleri ne de sıvası akıp çatlamış duvarlar vardı. Doğa ile baş başa idim. Çimler, kamelyalar vardı önümde.
Ve huzurlu hissediyordum şimdi. Sanki yeşil rengini gördükçe huzur doluyordu içim.

Bir renk insana ne yapabilirdi ki en fazla sevmek dışında?

"Uyumuş mu?"

"Daha çok ölmüş gibi duruyor."

"Telefonu da çalsınlar diye mi kucağına bırakmış? Bu çocuk kendini Gangnam'ın zengin sokaklarında mı zannediyor acaba?"

"İşiniz mi yok gidelim hadi. Ne diye durduk burada?"

"Taehyung bir dursana, çocuğu böyle bırakalım da ırzına mı geçsinler? Bu semtte zengin alerjisi var biliyorsun ki."

"Neyse ne."

Bazı sesler duymam üzerine gözlerimi aralayıp kaşlarımı çattım. Fena derecede ağrıyan boynumu geçin, tam tepede olan güneş sebebiyle yanmak daha kötüydü.

Alev almıştım bildiğiniz.

Yüzümü buruşturup kafamı dikelttiğim an boynumu ovmaya başlarken iki çift ayak gördüm. Hayır hayır birkaç çift.
Karşıma baktığımda dün beni kurtaran dört kişiyi gördüm.

Dudaklarım araladım şaşkınca. "Ne yapıyorsunuz burada?"

"Bizde tam sana bunu soracaktık. Ne yapıyorsun burada evsizler gibi?"

Hepsinde gezinen bakışlarımı kahverengi saçlı adamda durdurduğumda kendime gelmiş sayılmazdım. İdrak problemim devam ediyordu henüz.

Sarı saçlının sesiyle ona baktım. "Hey zengin çocuk. Algıyı kapattın yine. Burada ne yaptığını sordu sana Hoseok?"

"İyiyim- yani şey, biraz gezinmek için çıkmıştım."

En sağımda duran yeşil gözlü aptal alayla ellerini savurduktan sonra iki adım atıp kolunu salıncağın demir isleletine yasladı.

Kaşlarını çattı bir anda. "Bak, burası zengin bebelerinin olduğu malikane sokakları değil. Öyle kafana estiğince çıkıp dolanırken başına iş alma olasılığın var. Bilmem anlatabildim mi?"

"Anlatamadın. Sana ne, istediğim gibi dolaşırım! Ben burada yaşıyorum!"

"Henüz dün yaşamaya başladın. Yirmi yedi senedir buradayım ben velet! Bir bok biliyorum da konuşuyorum. "

Tam karşı çıkacağım sırada beyaz saçlı adam araya girdi.

"Tamam kim daha çok biliyor yarışmamız bitti. Taehyung sen çekil bir şöyle, çocuğun başına zebani gibi dikildin. Ha bu arada ismin ne?"

Yeşil gözlü adama bakıp bir de göz devirdim. "Jungkook."

"Jeon Jungkook?"

Başımı salladığımda boğazını temizleyip Taehyung denen adamı geri çektikten sonra konuştu.

"Çok güzel. Bende bizi tanıştırayım. Ben Yoongi, onlar da Taehyung, Hoseok, Namjoon."

Başımı salladım yine. "Memnun oldum hyung."

"Hyung mu?"

Garibine gitmiş gibi eliyle kendisini göstermişti.

"Bana mı dedin?"

"Evet sana dedim. İstemezsen Yoongi de derim."

Nedense onu kendime yakın görmüştüm bir tık. Diğerlerine kıyasla daha olgun ve ortayı bulucu birine benziyordu.

Hafifçe tebessüm etti bana. "Hyung diyebilirsin. Ne de olsa biraz yaş farkımız var gibi görünüyor."

"Kaç yaşındasın ki?"

"32 yaşındayım."

"Wooah ben daha 19 yaşındayım. Çok büyüksün."

Gülümsemesi daha da genişlediğinde iyi gittiğimi anladım. Beni sevmişti. Bende onu sevmiştim, iyi biriydi bence. Hem kötü olsa şimdiye zarar görmüştüm işte.

Yaklaşıp parmağı ile burnuma bir fiske attı. "Bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum ufaklık."

Cevap vermedim tekrar. Bu sırada garip bir sessizlik oldu aramızda. Ben öylece salıncakta ileri geri gidip esnerken telefona bakmakta olan Hoseok'un sesini duydum.

"Ooo ufaklık, baban haberlere çıkmış. Bakmak ister misin?"

Uykulu bir şekilde gözlerimi ovuştururken başımı salladım. Bu gayet normal geliyordu bana çünkü kendisi bir iş adamıydı. Her gün paparaziler tarafından kesiliyordu önü.
Çok kez denk gelmiştik ve bu inanılmaz rahatsız ediciydi.

Az önce laf dalaşına girdiğim Taehyung kollarını birbirine sarıp omzunu demire yaslarken Hoseok telefonunun ekranını bana çevirdi ve biraz sesini açtı.

Yanında bir kadın vardı, kaşlarımı çattım. Babamın hiçbir zaman bir kadın ile kameralar karşına geçtiğini görmemiştim.
Peki ya neden şimdi böyle bir şey yapıyordu?

Konuşmaya başladı. Ve ben her kelimesine daha da şoka girdim. Konuşmasının sonunda telefonum elimden düşerken bir damla gözyaşımın da yanağımdan süzüldüğünü hissettim.

"Evleniyoruz evet. Bir bebeğimiz olacak."










Protector▪︎taekookWhere stories live. Discover now