~43~

934 86 14
                                        


Diğer bölümü okumayı unutmayın canlar 🍀🕊

Keyifli Okumalar...

   Jimin uçak penceresinden bulutları seyrederken, boğazı düğüm düğümdü. Jungkook’un ve çocukların yüzü bir an olsun gözünün önünden gitmiyordu. Tuhaf bir şekilde, bu ikinci ayrılık ilkinden de zor olmuştu.

  Bay Han ile  ağaç kütüğüne oturduklarında yaşlı adam lafı dolandırmadan, “Söyle bakalım Jimin,” demişti. “Sizin ikinizin arasında neler oluyor? Sizin probleminiz çözülse her şey yoluna girecek aslında ama! Anlamıyorum ki neyi halledemiyorsunuz! Jungkook’un da ağzından bir şey alınmıyor...”

  Jimin adamın biraz kızgın, çokça endişeli babacan yüzüne bakıp, yarım ağız gülümsemiş, ardından Jungkook’la aralarında ne geçtiyse yaşlı adama eksiksiz anlatmıştı. Taemin'i de, Jungkook’un geceyi onunla geçirmesini de, önceki gece ikisinin arasında geçen tatsız tartışmayı da... Ne varsa hepsini.

  “O şımarık şehir çocuğu ile Jungkook’un ne işi olur be oğlum?” demişti yaşlı adam şaşkınlıkla. “Hem benim anlamadığım, siz niye aranızdaki ilişkiyi saklamak istediniz ki hepimizden? Hoş ben de Vien de bal gibi farkındaydık ama siz bir şey demeyince biz de ağzımızı açmadık.”

  Gözleri yerde, “Ben... Ben istemedim kimsenin duymasını,” diye cevaplamıştı Jimin tedirgin bir sesle. “Özellikle çocukların böyle bir şeyi öğrenmeleri Jungkook’un üzerinde baskı yaratacaktı, oysa ben Jungkook’un beni sadece Jimin olduğum için istemesini istiyordum.” Sonunda bunu birisiyle paylaşmış olmak ona iyi gelmişti.

“Çocukları mutlu etmek için seninle bir ilişkiye gireceğini mi düşündün Jungkook’un? Ah be Jimin, sen Jungkook’u hiç tanımamışsın demek ki!”

   “İyi de Hyung, zaten yaşadıklarımızın bir önemi yokmuş ki onun için...” diye fısıldamıştı Jimin. “Olsaydı bana gitme, kal derdi... Onun tek amacı çocuklardan ayrılmamaktı, bunu da başardı.”

Yaşlı adam saçsız, bir ayna gibi parlayan başını eliyle sıvazlamış ve “Ben sizin yaptıklarınızdan bir halt anlamadım Jimin!” demişti. “Ya ikiniz de çok aptalsınız ya da fazla gururlu!”

  Umutsuz sesiyle, “Dün geceden sonra aramızda onarılacak, kurtarılacak bir şey kalmadı artık Hyung,” demişti Jimin.

Uzun yürüyüşleri bitip eve döndüklerinde Noona’yı bavul hazırlarken bulmuşlardı. Jimin de kadına yardım etmişti, ardından da birlikte akşam yemeğini hazırlamışlardı.

  Akşamüzeri Jungkook ve çocuklar döndüğünde, Arin koşarak yanına gelmiş, Jungkook’un telefonuyla çektiği midillinin fotoğrafını göstermişti Jimin'e. Erkek olmasına ve Taehyung’un tüm itirazlarına rağmen midillinin adını Prenses koymuştu Arin. Mısır püskülü gibi uçuk sarı renkli yelesini ise örmüş ve pembe bir kurdeleyle de bağlamıştı.

  Yemek boyunca Arin midilliyi anlatmış, Noona ise buzdolabına doldurduğu yemekleri Jungkook’a defalarca hatırlatmış ve neyin nasıl hazırlanacağını tekrar edip durmuştu. Bay Han kahkaha dolu gözleriyle Noona’yı seyrederken,Taehyung da durmaksızın Arin’le didişiyordu. Jungkook sessiz, Jimin ise mahzundu.

  Noona ve Bay Han erkenden yola çıkacakları için herkesle geceden vedalaşıp yatmaya gitmişlerdi. İkisinin ardından da çiftlikte fazlasıyla yorulan çocuklar esnemeye başlamışlar, Jungkook da onları alıp yukarı çıkmış ve bir daha aşağı inmemişti. Genç adam saatler boyu salonda tek başına otururken, Jungkook’un üst kattaki yatak odasından gelen ayak seslerini, uyumadığını belli eden hafif tıkırtıları duymuştu.

  Jimin sabah kalktığında Noona ve Bay Han çoktan gitmişlerdi. Çocuklar ve Jungkook’la birlikte kahvaltı etmişlerdi. Arin’in her zamanki coşkulu enerjisi rahatsız edici bir sessizliği neyse ki engellemişti. Jimin hazırlanıp çantasıyla aşağı indiğinde, dizlerinin bağının çözüldüğünü hissediyor, dudaklarını, kanatacak kadar dişleriyle sıkıyordu.

  Genç adamın aşağı inmesiyle Jungkook, çocuklarla beraber yanına gelmişti. “İyi yolculuklar,” demişti duygusuz bir yüz ve kuru bir sesle. Ama gözleri her zamankinden daha da karanlık gelmişti Jimin’e. Sanki adamın tüm duyguları kalın ve ağır katlarla gözlerine yığılmış gibiydi. Yarım ağız teşekkür eden oğlan gözlerini çarçabuk Jungkook’tan ayırıp Arin’e dönmüştü. Arin minik kollarını Jimin’in boynuna dolamış, onu defalarca öpmüştü. Tüm sevimliliğiyle, “Evine döndüğünde yine kameradan konuşalım tamam mı?” demişti küçük kız. “Sana yaptığım resimleri gösteririm yine...”

  “Tamam sarı kelebeğim,” demişti Jimn solgun bir gülümsemeyle, ardından Taehyung’a dönmüştü: “Taehyungum, hoşça kal... Çok özleyeceğim seni.”

  Taehyung kendinden emin adımlarla Jimin’in yanına gelmiş ve tam önünde durmuştu. Jimin şaşkınlıkla çömelmiş ve oğlanın ellerini tutmuştu.

  Yavaşça ellerini Jimin’inkilerden çeken çocuk sakin bir tavırla, “Güle güle Jimin...” demişti.

  Bir zamanlar Aeran’ın Park Jung Woo’ya gösterdiği direnci, Jimin küçük çocuğun yüzünde görmüştü.

  Pencereden görünen bulutlardan uçuş boyunca gözlerini ayırmayan Jimin, bir kez daha, içini yakan o aynı acıyla sarsıldı. Artık çocuk için vedalaşmak zor değildi. Artık o Jimin’in gitmesine alışmıştı, kalmasına değil.

  Kendisine doğru eğilen hostesin sesiyle irkildi.

  “Beyefendi inişe geçiyoruz, lütfen koltuğunuzu dik duruma getirip kemerinizi bağlayın...”

Jimin dairesinden içeri girdiğinde o büyük, geniş ve yere kadar uzanan pencerelerden şehrin koyu gölgeli, kasvetli silüeti karşıladı onu.

  Seoul’deydı. Yeniden...



Okuduğunuz için teşekkür ederim 🦋💙

  

JASMINE  《Jikook》Where stories live. Discover now