7. Bölüm

34 16 2
                                    


Arın'dan

7 ay. 7 aydır ölü gibiyim, nefes aldığımın bile farkında değildim artık. Son konuşmamızdan sonra numaramı sildi, her yerden engelledi beni. Niye yaptı ki bunu bana, ben bunları mı hak etmiştim? Bu kadar acıtılmayı şeytan bile hak etmezdi ki, onun gözünde şeytandan da mı beterdim? Acaba o da üzülüyormudur, her gece başını yastığa koyunca gözlerinden yaşlar istemsizce akıyor mudur?

Ya da yaşıyor muydu, nefes alıyor muydu?

Çok özlemiştim, babam bizi terk ettiğinde bile onu bu kadar çok özlememiştim.

4 yıl 7 aydır uzaktan seviyordum onu, çok acıtıyordu, aldığım her nefes ciğerlerime batıyordu.

Onu ilk gördüğüm gün canlandı kafamda.

4 yıl 7 ay 4 gün önce,

"Arın, hadisene oğlum gelsene yanımıza." diye yanlarına çağırdı beni Çağlar.

"Yok be oğlum hiç keyfim yok, başka zamana artık. Size iyi eğlenceler."diye reddettim onu. Başka zaman olsa giderdim, ama bugün sabahtan beri içimde bir sıkıntı vardı.

" Teklif var ısrar yok. Sen bilirsin." dedi, iyi ki uzatmadılar. Onlar giderken ben otobüs durağına doğru ilerlemeye başladım. Daha yarım saat vardı gelmesine, çantamdan kitabımı çıkardım ama o an fark ettim ki bu kitap benim değildi. Ben cemal Süreya Üvercinka okuyordum,elimdeki kitap ise Paulo Coelho Veronika ölmek istiyordu. Nasıl olurdu, kimin kitabı ile karıştırmıştım ki kitabımı?

Kitabın içini karıştırdım belki bir telefon numarası bulurum diye ama hiç bir şey çıkmamıştı.

Merak etmiştim kimin kitabı olduğunu, ayrıca kitabımı da bulmak istiyordum. Çağlar'ı aradım. Belki de onlardan biriyle karıştırmıştım. Bilmiyordum.

Oturdukları kafenin konumunu istedim. 2 dakika sonra konum geldi, otobüsü bekleyemezdim hemen bir taksiye atlayıp yolu tarif ettim.

Kafeye gittiğimde Çağlar bana el sallıyordu, onların yanına gidecekken bana bakan bir çift göz dikkatimi çekti. Tavuğuna mı kışt demiştim, bana neden böyle bakıyordu. Bi anda elindeki kitabı salladı. Kitap benimdi. Üvercinka. Demek onunla karıştırmıştım kitabımı.

Hızlı adımlarla onun yanına gidip kitabını çantamdan çıkardım ve ona uzattım bana kitabımı uzatırken,

"Umarım bi dahakine daha dikkatli olursun." dedi sinirle.

"Pardon ama bu durumda tek suçlu benmiyim sahip çıksaydın kitabına." dedim şaşkınlıkla.

"Dershanede yan yana oturduğun birinin kitabının üstüne koymasaydın kitabını," diye çemkirdi bana.

Kız. Resmen. Bana. Çemkirdi.

"Daha dikkatli olurum da sen kitabın benim olduğunu nasıl anladın?" diye sordum.

"İçinde numaran ve ismin yazıyordu, ordan aradım ama ulaşamadım." dedi muhtemelen bizim çocuklarlayken aramıştı, telefonum ancak o zaman sessizde olurdu çünkü.

"Teşekkür ederim, anlaşılan telefonum sessizdeydi." dedim mahcubiyetle.

"Önemli değil bende teşekkür ederim." dedi. Saçını kulağının arkasına itelerken, boynundaki izler dikkatimi çekmişti. Sanki dayak yemiş gibiydi.

"Neyse artık ben gideyim, daha da rahatsız etmeyeyim seni." dedim.

"Oldu o zaman. İyi bak kendine." dedi.

"Sende iyi bak kendine" dedim gülümseyerek. Ancak unuttuğum bir şey vardı. İsmini sormayı unutmuştum. İsmin sormak için arkamı döndüğümde kız çoktan gözden kaybolmuştu.

Günümüz,

O günden sonra Hera artık o kadar dikkatimi çekmişti ki, okulda onu izliyordum sürekli istemsiz bir şekilde.

Bir kaç kez daha aynı ortamda bulunmuştuk ama beni tanımamıştır diye düşünüyordum, ta ki hastalığını öğrenene kadar. Unutuyordu, durumu çok ciddiydi. Ölebilirdi. Ölebilirdim.

Onu sevdim, canımı bu denli acıtacağını bilmeden, 4 yıl 7 ay 3 gün boyunca ve ömrümün sonuna kadarda sevecektim. Yarın yeni hat almaya gidecektim. Elinde sonunda ona ulaşacak, ne yapıp edip ikna edecektim güzel Hera'mı.



Hera (TEXTİNG) Where stories live. Discover now