Aslında öğrenmek istememişti, öğrenmek zorunda bırakılmıştı. Hayat bazen insana bazı şeyleri zorla öğretiyordu, sanki bir mahkeme salonunda oturuyorduk ve hakim elindeki hüküm tokmağını kürsüye çaktığında işte her şey bitiyordu. Karar verilmişti, o bir suçluydu.

"Baha'cığım," dedi genç kadın, dakikalardır donuk gözlerle karşı duvardaki aynaya bakan küçük kıza. "Pantolonunu kapatabilirsin."

Küçük kız bir kabustan uyanmış gibiydi ama asıl kabusu o günden sonra başlamıştı. Zümrüt yeşili gözlerini bir an olsun ayıramıyordu aynaya yansıyan gözlerinden. İlk kez gözlerini görüyormuş gibi aynaya bakarken, ne düşünmesi gerektiğini kavrayamıyordu. Bütün anıları orada canlanıyor ve yok oluyordu. Dediğim gibi bu bir var oluş değil, yok oluş hikayesiydi.

Burada küçük bir kız yok olmuştu, burada masum bir öğrenci yok olmuştu, burada bir çocuk ölmeden ölmenin ne demek olduğunu tatmıştı.

Onu duymayan küçük kıza baygın bir bakış attı kadın, kenardan kopardığı peçete ile parmaklarındaki kanı temizlerken hiç olmadığı kadar keyifliydi.

"Pantolonunu kapat!" dedi genç kadın bu sefer daha sert bir sesle. "Söylediklerimin ikiletilmesinden hoşlanmadığımı biliyorsun."

Kadının sesi ile irkilen küçük kız titreyen parmakları ile okul pantolonunu yukarıya çekti ve fermuarını kapatmaya çalıştı. Küçük bir uğraş sonucu kapatmayı başardığında, başını önünden kaldırmadan yerdeki kare şeklindeki fayanslara baktı. Beyaz fayansların üzerinde minik minik duran kan lekeleri ona sadece on dakika önce yaşanan şeyleri hatırlatıyordu.

7 dakika 8 saniye sürmüştü her şey. O kadar uzun bir kabustu ki bu, sanki saatlerce bir film izliyormuş gibi hissetmişti. Oysa o çizgi film izlemeyi daha çok severdi, filmler onun için oldukça sıkıcı gelirdi. Uzun bir süre boyunca sadece beyaz fayanslara bakarken, parmaklarını silmeye devam eden kadının telefonu çalmaya başladı.

Kadın çok rahat bir şekilde kan lekeli peçeteyi ilerideki çöp kovasına attığında, arka cebindeki çalan telefonunu çıkardı ve kulağına yasladı. "Selam, Ron." Karşı tarafı dinlemişti bir süre genç kadın. Sonra keyifle gülümsemişti. Gülümsemesini her zaman korkutucu bulurdu Baha. Korku filmlerindeki kötü kadınlara benziyordu. "Her şey istediğimiz gibi ilerliyor, hatta belki bu süreyi biraz daha uzatabiliriz." Gülüşüne ufak bir sinsilik de eklendi. Gözleri küçük kızın üzerindeydi. "Burada oynamaktan keyif aldığım bir oyuncağım var, hem istersen işler bitince onu da alabilirim yanıma."

Küçük kız yaşadığı bu duygunun ne olduğunu anlayamazken, tek istediği hemen bu okuldan çıkıp gitmekti. Korkuyordu ama neyden korkacağını bilmeyecek kadar küçüktü. Sahi, küçük çocuklar korkardı ama neyden korktuklarını bilmezdi. Ama Baha biliyordu, Baha artık bu kadından çok ama çok korkuyordu. Onu en çok korktuğu şeyler listesinde ilk sıraya almıştı.

"Ah o asker sürüsü," diye söylendi kadın sinirli bir ifade ile. "Yeterince zaman kaybettirmiyorlarmış gibi birde ayak bağı oluyorlar."

Karşı taraftan kahkaha sesi geldi. Baha hepsini duyuyordu ama bir anlam veremiyordu. Düşündüğü ve endişelendiği tek şey eve gittiğinde babası onu eve alacak mıydı? Bir şeye kızmışsa almazdı. Uyumasını bekleyecekti. O uyuduğunda kendi odasının penceresinde ki o küçük kırık yerden içeri girecekti. Geçen sefer de oradan geçmişti ama kolunun bir kısmını kırık camın yüzeyine çarptığı için kanatmıştı. Canı yanmıştı ama ağlamamıştı. Ağlayan çocukların onlarla ilgilenen bir ailesi olurdu. Onun bir babası vardı ama ağladığında ondan nefret ederdi.

KADER DÜĞÜMÜWhere stories live. Discover now