Depresyonda Beyin Mayışması Yaşanabilir

9K 135 10
                                    

Merhaba arkadaşlar! Uzuuuunca bir süredir hikayelerimi yazmıyordum fakat geri dönüş yaptım diyebiliriz. Bu bölümün kısalığı için affınıza sığınıyorum :/ üç gün içinde yurt dışında olacağım bu nedenle bir sonraki bölümde gecikmeli gelebilir. Umarım okurken sizde benim yazdığım kadar keyif alıyorsunuzdur ^^





                                                               MYLA

Yalnızlık hissi artık ikinci kişiliğim olmuştu. Bir insan nasıl hem bukadar dolu hem bukadar boş hissedebilirdi? Külkedisi masalım sona ermiş, arabam balkabağına dönüşmüştü. Kimse yanımda yoktu yine. Yatakta dikilmiş boş bir kalp ve yorgun bir bedenle etrafa bakınıyordum. En son ne zaman yataktan mutlu ve enerjik kalktığımı hatırlamaya çalıştım. Şimdi Bay Matthew sıcacık yatağında, karısıyla beraber huzurla uyanacaktı. Ben ise yine yemek yiyecek, hazırlanıp lanet olası okula gidecektim. Yastığımı sinirle yere fırlatıp başımı ellerimin arasına aldım. Hayır hayır, bu sefer ağlamak yoktu.


Okul, okul denilen lanet olası yer. İnsan böyle bir yerde nasıl mutlu olabilir ki? Öğrencilerin attığı her çığlık beynimdeki yüz binlerce nöronu öldürüyordu. Kulak misafiri olduğum her aptalca muhabbet bende duvara kafa atma isteği doğuruyordu ve yüksek sesle konuşan her insanın boğazını tırnaklarımla yırtasım geliyordu. Hepsinin tek derdi güzellikleri ve aşk hayatlarıydı bir de başından ayrılamadıkları televizyon programları.

Hazırlanıp hışımla evden çıktım. Hava tatlı bir serinlikte, kapalı ve gizemliydi. Ayaklarımı sürterek ters istikamette kalan kırlara doğru yürümeye başladım. Hiç kimse, ama hiç kimseyi görmek, duymak, hissetmek istemiyordum. Beni yutmak isteyen okul binasını gözümde canlandırarak ürperdim.


Önüme gelen taşlara vurarak düşünüyordum. İşte yine yalnız bir şekilde insanlardan kaçarak kendimi ıssıza atıyordum. Dalgalanan başak tarlarının arasına... Başkaları mutluydu hayatlarıyla fakat ben her zaman ki gibi zoru seçmiştim. Kendi yaşıtlarımla anlaşabilsem ne olurdu sanki? İnsanlar bana "çocuğun baba mı diyecek, dede mi?!" , "ay adam kalp krizi falan geçirir sakın yanaşayım deme!, "seni anca onlar paklar zaten!" demekten bıkmamışlardı. Basmakalıp, dar, iğrenç beyinlerinden kurtulamamışlardı. Fakat ben emin olduğum yolda ilerlemekten ve istediğimi almaktan hiç vazgeçmedim. Kendi annem bile "Neden hep kendinden büyükler? Biraz da yaşıtlarınla ilgilen." Dediğinde güzel bir açıklama yapmış ve "onlar da yatıp bırakır, görürsün" cevabını almıştım. Yani artık insanlardan beni anlamalarını beklemiyordum. Ben buydum işte onlar ne derse desin!


İşin kötü tarafı da bu yolda ilerlemenin çok acı verici olmasıydı. Hoşlandığım bütün adamlar ya yaşıt kadınlarla ilgileniyor ya da evliydi. Bazen işler çirkinleşiyor ve kendimi ağzı sulanmış, ilk fırsatta kıçıma tekmeyi basacak biriyle yüz yüze gelmiş halde buluyordum. Bazen aşkımdan ölsem de tek kelime edemeden gidişini izliyordum, her iyiliksever hareketinde biraz daha umutlanıyordum. Bazen de gözlerimin önündeki mutlu aile tablosuna bakıyordum. Anne, çocuk ve sevdiğim adam. Yanındaki adamı pedofili diye suçlamak kolay, beni orospu olarak yargılamak daha da kolaydı. Fakat ben aşkı kovalayan küçük bir kızdım sadece. Tüm bunlar yıldırıcı, bezdirici ve öldürücüydü.

                                                                              BAY MATTHEW


Sabah yoğun başlamıştı. Art arda sıralı onca ismi gördükten sonra dişçi koltuğuna yatıp kendime narkoz enjekte etmek istemiştim, yataktan hiç çıkmamış olmayı dilemiştim. Hareketli bir şarkı açıp motivasyonumu arttırmam gerekiyordu. Karşımda Bayan Jhonas meraklı gözlerle beni izliyordu. Şarkıyı açıp beni bekleyen kuyuya geri döndüm. Tam enerjime kavuşmuşken Jasmine kapıda belirdi. Oldukça sinirli görünüyordu. Yanına gidip "ne oldu?" dedim o da ellerini saçlarının arasına geçirerek "faturayla ilgili sıkıtı yaşıyoruz ön onay kabul edildiği halde hasta yatış yapamıyor." Dedi. "Hastaneyle görüştün mü?" "Evet, halletmeye çalışıyorlar." "Yapacak tek şey bize geri dönmelerini beklemek o halde" diyerek alnına bir öpücük kondurdum ve hastamın yanına döndüm. Gün geçmek bilmiyor, sinirlerim gitgide geriliyordu. Çalan smooth jazz bile beni rahatlatmıyordu bugün.


Saat 4'e yaklaşırken çalan telefonumla irkildim. Jasmine aceleyle,

"Ethan'ı kurstan alamayacağım, sen halledebilir misin?" diyerek soludu.

"İşimi bırakıp gidemem şuan çok yoğun. Hem evde de kimse yok kim bakacak çocuğa? Yanımda mı duracak burada?"

"Yanında dursa ne olur? Ya da Myla'yı ara belki okuldan çıkmıştır, birlikte eve bırakırsın onları sonra ofise dönersin."

"Kızcağız daha dün Ethan'laydı, bu gidişle bizle iletişimini kesecek."

"Bir şey olmaz, parasını öderiz." "kabul eder mi bilmiyorum neyse ben hallederim bir şekilde, görüşürüz." " görüşürüz". Jasmin'le konuşmam bitince sıkıntı içerisinde Myla'yı aradım.

"Alo? Bay Matthew?"

"Senden bir şey rica edecektim Myla, Jasmine ve benim akşama kadar çalışmamız gerekiyor müsaitsen bir saat sonra seni alsam ve ikinizi eve götürsem?" biraz sessizlikten sonra Myla,

"t-tabi, müsaidim pekala beni evden almanız sorun olur mu?" dedi.

"Hayır, o zaman bir sonra oradayım, görüşürüz" diyerek telefonu kapattım. Myla'nın sesi pek keyifli gelmiyordu ama şu durumda yapacak pek bir şeyim de yoktu.

Bayan Jhonas'a özür dilercesine baktım ve işleme geri döndüm.


                                                                              MYLA


Bay Matthew Nathan'a bakmam için beni aramıştı. Daha az önce bu adamdan yakınırken şimdi bir de aynı çatı altında kalmamızı istiyordu." İşkence!" Diye haykırdım dalgalanan başaklara, bu kadar isteyip de alamamak tam bir işkenceydi! Vücudumu yarıp ruhumu gösterebilseydim keşke, aşk somut bir kavram olsaydı da kafasına fırlatabilseydim.


Oturduğum yerden kalkarak taşlı yolda eve doğru yürümeye başladım. Bulutlar öfkeyle kararmış, rüzgar ise masumları uyarırcasına esiyordu. Şu kasvetli havayı tek yırtan şey hala cıvıldayan kuşların sesleriydi. Derin bir nefes alıp sırtımı dikleştirdim. Şu ana kadar kendimi yıpratmış, boşu boşuna melankoli krizlerine girmiştim. Birlikte aynı evde kalacağımıza göre ya büyük oynayacaktım, ya da eve dönecektim. Hadi Myla ne kaybedersin ki? Zaten bir şey kazanmış değilsin. Arkamdan gelen arabayı işittiğimde yolun sol tarafına kayarak yürümeye devam ettim. Araba yanımda duraksayıp sürücü camını indirmeye başladı. Karşımda 20'li yaşlarda, standart düzeyde yakışıklı, kumral saçlarıyla tezatlık oluşturan koyu kaşlarına koyu yeşil gözleri eşlik eden bir yüzü vardı. Samimi bir şekilde "ne yöne gidiyorsunuz? İsterseniz gideceğiniz yere bırakabilirim." diyerek gülümsedi.


Kötü hava şartlarını ve yorgun bedenimi düşünürsek iyi bir teklifti ama çocuğu hiç tanımadığımı ve 10 üzerinden 5 olmasını göz önünde bulundurursak teklif tüm cazibesini yitiriyordu. Fakat şuan sevgiye, birkaç iltifata ve eve bırakılmaya çok ihtiyacım vardı. Bu da gülümseyip arabanın sol ön kapısı açmam için oldukça yeterliydi.                                                                              

BAY MATTHEWWhere stories live. Discover now