1.BÖLÜM

664 25 16
                                    


~ ASWİUM - TAEKOOK ~

Hayat, yaşayamadığız hayallerde, bilmediğimiz sürprizlerde, acılarda, mutluluklarda saklıdır.

Hayat, bir kitap gibidir. Her sayfasında farklı şeyler bekler bizi. Farklı insanlar, farklı acılar, farklı mutluluklar, farklı dostluklar, ve farklı aşklar.

Bazı sayfalarında çok seviniriz toz pembe dünyada yaşıyormuşuz gibi, ve bazı sayfalarında çok üzülürüz bu dünyanın sonuymuş gibi. Jeon Jungkook ise daha çocukken görmüştü hayatın acımasız yüzünü.

Daha 17 yaşındayken hayat kitabının en acı sayfasıyla yüzleşmişti. O gün küsmüşdü hayata, küsmüşdü yaşaması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklara.

Aile nedir? Sadece kan bağından oluşan bir topluluk mu? Hayır. Aile tek kelimeyle herşeydir. Aile, hiç düşünmeden sırtımızı yaslaya bileceğimiz dağdır. Artık Jungkook'un bir ailesi yoktu. Hayatındaki tek mutluluğu olan ailesini gözlerinin önünde öldürmüştüler. Gözlerini bile kırpmadan, o çocuğun gözlerindeki acıyı görmeden, bir saniye bile düşünmeden öldürmüştüler.

Daha çocuktu, mutlu olması gereken yaşta güçlü olmayı öğrenmişti Jungkook. Gülmesi gereken yaşta gizli gizli ağlamayı öğrenmişti. Bakarken yıldızlar gibi parlayan gözleri, kendi ışıltısını kaybetmişti artık.

Ellerini tuttuğu annesinin, koşarak boynuna sarıldığı babasının mezarına sarılıyordu artık. Bu hayatta tek başına kalmıştı,tek başına yaşamaya mahkûm edilmişti herşey gibi. Ailesiyle vakit geçiren diğer çocukların aksine Jungkook, her gün ailesinin mezarına giderek özlemini gideriyordu.

Ağladığı tek yer oraydı, ailesinin yanı. Acılarını orada anlatıyordu anne babasına, güçsüz, yaralı tarafını orada gösteriyordu. Artık ağladığı zaman annesi gözyaşlarını silemeyecekti. Babası olamayacaktı yanında. Mutluluğunda, üzgünlüğünde olamayacaklardı oğullarının yanında.

O gün söz vermişti kendine. Ailesinin intikamını neyin pahasına olursa olsun alacaktı. Uykusuz kaldı gecelerce, ağladı ayın yerini güneş alıncaya kadar, yalvardı yaratıcısına intikamını alması için ona güç versin diye.

Çok acı çekti, gülmeyi unuttu, düştü, kendi kalktı. Ailesinden sonra değer verdiği arkadaşı Jimin ve kuzeni Bogum vardı. Her zorlukta birlikte olduğu biricik arkadaşı Jimin ailesiyle birlikte babasının şirket işleri için İngiltere'ye gitmişti. Bir arkadaştan daha fazlasıydı Jimin. Arkadaş kelimesi az kalırdı onun için.

Ortaokulda tanışmıştılar Jimin ve Jungkook. Jungkook'un aksine o zamanlar Jimin içine kapanık biriydi. Okulda hiç kimseyle konuşmaz, arkadaş olmazdı. Aslında böyle olmayı hiç istememişti. Konuşmak isterken susmayı, kendini anlatmaya çalışırken ağlamayı, özgür bir kuş gibi uçmak isterken kanatlarının kırılıp, kafesin içinde yaşayan bir kuşa dönüşmek istemezdi. Hayat, eşit davranmıyordu insanlara karşı. Aynalardan nefret ederdi mesela, korkardı aynanın karşısına geçip kendine bakmaktan, kendiyle yüzleşmekten. Hep kaçmak isterdi, yaşadığı hayattan, aynalardan, ve en çokta annesinden. Kaçmak isterdi, başaramazdı. Kabullenmek isterdi, kabullenemezdi. Hep kendisi ile savaşırdı, savaşı kendisiyleydi. Ve bu, bütün savaşlardan daha zor, daha korkunçtu.

Onu bu hayata mahkûm eden annesiydi. Hep yetersizdi Jimin onun gözünde. Doğduğundan beri bir defa sarılmamıştı mesela Jimin'e. Güzel sözler söylememişti, düştüğünde kanayan dizlerini silmemişti, yaralarını iyileştirmemişti. Bir anne gibi davranmamıştı. Çünkü herkes anne olamazdı. Olmamalıydı.

Nefret ederdi aynalardan Jimin. Ama odasının her tarafında aynalar vardı. Renkli giyinmeyi severdi ama dolabındaki kıyafetlerinin hepsi siyah renkti. Konuşmak isterdi ama hep susturulurdu, konuşmazdı.

ASWİUM//TAEKOOK ✓Where stories live. Discover now