Alagos ise gittiği her yere Elıys'ı da yanında götürüyordu. Bildiği, gördüğü her şeyi Elıys'a anlatıyordu. Saatlerce onunla sohbet ederken Elıys'ın yüzündeki heyecandan büyük keyif alıyordu. Elıys ise sürekli merak içindeydi. Bir çocuğun sormayacağı türden sorular soruyor, en mantıklı cevapları babasından istiyordu. Güç ve iktidar adına her şeyi bilmek istiyordu. Alagos bu kızı gerçekten çok sevmiş, onun için dünyayı dahi karşısına alabilecek bir sevgiyle bağlanmıştı. Elbette bu sevgi karşılıklıydı. Elıys, babası sandığı bu adama delice bağlıydı ve ona olan sevgisi sonsuzdu.

Yıllar geçti ve Elıys on üç yaşına bastığında bir mucize gerçekleşti. Eforina gerçekten hamile kalmıştı. Bu durum herkesi şaşırtmış, kral ise bu mucizenin tanrıların lütfu olduğunu düşünmüştü. Aylar geçmiş ve Eforina'nın karnı büyümüştü. Eforina çok mutluydu, çünkü bu şekilde Elıys'ı ikinci plana atacak ve gelen oğul ile tek iktidar olabilecekti.

Doğum sancıları başlamış, tüm şifacılar heyecan içinde gelecek varis için çabalıyordu. Alagos odasında bir aşağı bir yukarı dolaşırken gelecek olan müjdeli haberi bekliyordu. Biraz sonra kapısı çaldı ve bir şifacı içeri girerek yere eğildi. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı.

Kral heyecanla sordu:

"Erkek mi?"

Şifacı sessizce:

"Evet, efendim."

Alagos başını kaldırdı ve sevinçle söyledi:

"Tanrılar adına, adaklarım sizler için sonunda!"

Ancak şifacının yüzündeki garip huzursuzluk, kralın dikkatini çekti.

"Ne var? Sorun ne?"

Şifacı korku ve utanç içinde kıpırdamadan durmuş, söylemek istediği şeyi nasıl anlatacağını düşünüyordu.

"Efendim, evet bir oğul ama Tanrılar size yarım bir oğul verdi."

Kral, ne demek istediğini anlayamadı ve öfkeyle sordu:

"Sen ne söylüyorsun!"

Şifacı üzüntü içinde:

"Efendim, varisinizin ayakları bir solucan kadar zayıf ve güçsüz."

Kralın gözleri kocaman olmuştu. Hırsla odasından çıkarak seri adımlarla Eforina'nın odasına doğru yürüdü. İçeri girdiği sırada Eforina yatağında bitkin halde ağlıyordu. Kral, derhal bebeğe doğru yaklaştı ve ona dikkatle baktı. Ardından eliyle bebeğin ayaklarını kaldırıp bıraktığında cansız bacaklarını farketti. Bu manzara karşısında kendisini aşağılık ve aciz biri görmüş, bunun nedeni olarak da Eforina'yı suçlu buluyordu.

Deliye dönmüş bir halde Eforina'ya:

"Seni lanet olası kadın! Beni utanç içinde bıraktın! Tanrıların laneti üstüne olsun! Yarım bir oğul ha! Yapabildiğin bu kadar mıydı? Bir daha yüzünü görmek istemiyorum!"

Evet, kral bu durumu bir aşağılanma olarak görmüştü. Eforina da aynı utanç duygusuyla doluydu. Çünkü hasta bir çocuk, tanrıların bir laneti olarak kabul ediliyordu. Küçük düşürmek için verilen bir tür "hediye"ydi artık. Kral, bu durumu içten içe kınayarak ne yapacağını bilemez halde sağa sola koşturup, hiddetle bağırıyordu.

Aynı gece, Eforina bebeğini bir kez olsun kucağına dahi almadı. Çünkü bu lanetin bir parçası olmak istemiyordu. Çocuğun yanından alınmasını istedi ve onun yüzünü dahi görmek istemediğini avaz avaz bağırarak belirtti. Kral, o günden sonra günlerce odasından çıkmadı. Sarayı kara bir bulut sarmış, tüm saray yas içindeydi. Tanrılar kızgındı; neden yarım bir çocuk gönderdiler diye düşünülüyordu.

ELIYS (+18)Where stories live. Discover now