Aslında Serkan başka bir kız için harika bir koca adayı olabilir. Hatta düşünüyorum da herhangi bir kız için harika bir eş tanımına uyuyor. Sosyal statüsü haricinde oldukça yakışıklı bir erkek. Uzun boylu, esmer... Bilirsiniz işte klasik yağız Türk erkeği tiplemesine uyan. Ama sorun şu ki benim için doğru kişi değil! Onu gördüğümde midemde kelebekler falan uçuşmuyor. Biliyorum çok klişe bir benzetme ama ben de klişe bir romantiğim zaten. İşte bu yüzden aşk evliliği yapmalıyım. Evlendikten kısa süre sonra büyük olasılıkla beni aldatmaya başlayacak, ama şu an beni delicesine arzuluyor görünen azgın bir erkeği benim aşk tanımımın hiçbir yerine oturtamıyorum. Yine de bu şekilde terk edilmeyi hak etmiyordu... Yani hiç kimse bu tür bir aşağılanmayı hak etmez, değil mi? Of yine başlıyor işte vicdan azabı. Bir an önce buradan uzaklaşmazsam pişman olup geri dönmem an meselesi diye düşünürken dikkatsizce yola fırlamamla acı bir fren sesi duymam ve ardından baldırlarımda hafif bir dürtülme hissederek dengemi kaybedip düşmem bir oluyor. Az önce de insanlar bana tuhaf tuhaf bakıyordu, ama şu anda tam anlamıyla ilgi odağı haline geldim! Bravo doğrusu Ela... bundan daha başarısız bir sıvışma operasyonu gerçekleştiremezdin! Arabanın şoförü telaşla yanıma gelip eğilirken başıma toplanan insanların hararetli konuşmaları arasında ambulans, polis gibi kelimeler duyarak kendime geliyorum. "Ben iyiyim," diyerek toparlanmaya çalışsam da onlar kalkmamam konusunda ısrarlı. Tam o sırada arabanın şoförünün kim olduğu gizemi de çözülüveriyor. Efe! Yine istemediğim bir duruma balıklama atlamış bulunuyorum. "Ela iyi misin? Bir yerin acıyor mu? Hareket etme sakın!" dedikten kısa süre sonra olayın tuhaflığını fark ederek kaşlarını çatıyor. "Senin yolun ortasında ne işin vardı?" Şimdi ayvayı yedim işte! Düğünden kaçmam ayrı bir fiyasko, kaçarken nişanlımın kuzeni tarafından araba ile ezilmem -her ne kadar mübalağalı bir yaklaşım olsa da- ayrı bir fiyasko! Görüyorsunuz işte benim hayatımı tek kelimeyle özetleyecek olsak en uygun kelime fiyasko olurdu. Ona mantıklı bir şeyler söylemeliyim... ya da beyin sarsıntısı geçiriyormuş numarası yaparak kendimden geçebilirim. Hastaneye kadar zaman kazanmış olurum. Nasılsa ambulansta aklıma bir şeyler gelir. Biri ambulansın yolda olduğunu söylerken Efe endişeli ve meraklı gözlerle bana bakmaya devam ediyor. Endişeli, çünkü gelinin ölüp ölmeyeceğini bilmiyor. Gerçi biraz abartmış olabilirim, kanayan bir yanım yok ama kafamı fena halde çarpmışımdır belki kim bilebilir ki? Tabii aynı zamanda merak içerisinde, çünkü gelinin yolun ortasında çıplak ayaklarla ne yaptığını kestiremiyor. Ve korktuğum üzere cep telefonunu çıkarıp Serkan'ı arıyor. Kısaca durumu anlattıktan sonra tekrar bana dönüyor. "Ela sen n'apıyordun böyle?" Düşün! Çabuk mantıklı bir açıklama düşün! Tamam... "Aniden regl oldum ve tampon almaya çıktım," diyebilirim mesela. Bunu birinden isteyemeyecek kadar muhafazakârım. Yok yeterince inandırıcı olmaz. Çıkıp temiz hava almak istemiş olsam mesela. Evlilik stresi panik atak geçirmeme neden oldu ve bir an kendimi kaybedip... Buldum! Nasıl daha önce düşünemedim! "Bana neden böyle sesleniyorsunuz... siz kimsiniz?" diyorum ürkmüş bir ifade takınarak. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yaratıcı fikirden dolayı kendimle gurur du

yuyorum. Şu dakika korkmuş, çaresiz ve zavallı numarası yapmam gerekmese kahkahalarla gülerdim. Düşünsenize hangi evlendirme memuru hafızasını yitirmiş bir gelinin 'evet'ini kabul eder ki? Efe kaşlarını çatarak bana bir süre bakıyor. "Ne demek istediğini anlamıyorum," diyebiliyor sonunda. "Ben de sizin ne demek istediğinizi anlamıyorum." Ona siz diyerek özellikle aramıza mesafe koyuyorum. Anlarsınız ya... onu tanımıyorum, o bakımdan. "Hadi ama Ela, hafifçe dokundum. Zaten bu trafikte saatte yirmi otuz kilometreden hızlı gitmek mümkün mü? Beyin sarsıntısı falan geçirmiş olamazsın!" "Lütfen bana Ela deyip durmayın. Ben Sıla olduğumdan eminim." Bu da iyi! Hayır bu isme özel ilgim yok, ama bir ara şu dizi nedeniyle herkesin dilinde dolanıyordu. Orjinal olur diye düşündüm. Efe boş gözlerle bana bakmaya devam ederken önemli bir şey keşfetmiş gibi heyecanla atılıyorum. "Ah yoksa?" Üzerimdeki gelinliğe sonra da Efe'ye bakıyorum. "Yoksa siz benim nişanlım mısınız? Ben sizinle mi evlenecektim?" Böceğe dokunsa ancak bu kadar hızla elini çekerdi herhalde. Kendimi böcek gibi hissediyorum. Benden uzaklaşmaya çabalasa da beni yaraladığı düşüncesiyle vicdan azabı duyuyor farkındayım. Bu yüzden yanımdan ayrılamıyor. Ben de bu durumu sonuna kadar kullanmaya kararlıyım. Hafifçe doğrulup tekrar ellerine yapışıyorum. "Öyle değil mi? Seni hatırlayamadığım için bana kızgınsın ama lütfen, lütfen bana kızma..." diye yalvarırken harika bir performans sergilediğimi itiraf etmeliyim. Belki de dizilerde falan oynarım, tabii hafızamı geri kazanıp şu evlilik işinden paçayı sıyırdığımda. Efe ağzı bir karış halde bana öylece bakarken karar veremediğini anlıyorum. Gerçekleri o mu yoksa müstakbel nişanlım mı söylemeli diye... Ya da belki de ne denli ciddi yaralandığımı ve bu durumdan paçayı nasıl kurtaracağını hesaplamaya çalışıyordur. Zaten onun cevap vermesine fırsat kalmadan Serkan olay yerinde beliriveriyor. Bana doğru eğilirken Efe'nin elini öylesine sıkmışım ki tırnaklarımı etine geçirmiş olabilirim, o da yüzünü buruşturuyor. "Ah zavallı bebeğim!" diye başlayan Serkan endişesini gösteren bir yığın kelime söyleyerek üstüme doğru geldikçe ben geri kaçıyor ve gözlerimde panik ifadesiyle bir şeyler yap dercesine Efe'ye bakıyorum. Yüzünde beliren anlık tereddütten sonra Efe Serkan'ın koluna hafifçe dokunup sözde durumumu mırıldanarak anlatıyor. Serkan çatılmış kaşlarla Efe'ye önce bana çarptığı sonra da sözde nişanlısı rolüne itiraz etmediği için çıkışıyor. "Fırsatım olmadı ki? Ben de sen gelmeden birkaç saniye önce öğrendim beni nişanlısı sandığını," deyince Serkan ilk başta aklına gelmiş olması gereken soruyu nihayet soruyor. "Peki burada ne işi varmış?" Kendi kendime her şeyin yolunda olduğunu hatırlatıyorum. Bilmediğim bir şeyi anlatmaya kimse beni zorlayamaz değil mi? Burada ne işim olduğunu gizemini koruyacak yani. Ayrıca Serkan'ı onca konuğun önünde rezil olmaktan kurtardım, bana teşekkür etmeli. Ah tabii ilk başta onu bu duruma sokan da bendim, ama ne demişler her işte bir hayır vardır ve belli ki bu evlilikte keramet yokmuş. Yine de işimi sağlama almak için ona bir iki kelime edeceğim. Ağır yaralanmış olma ihtimalime karşı kalkmama izin vermedikleri yerden hafifçe doğrulup bütün olan bitenler karşısında hassas bünyem ziyadesiyle etkilenmiş havası yaratarak elimi dramatik bir zarafetle ona uzatıyorum. "Merhaba ben Sıla," diyorum ve hatırlamak için kendimi zorluyormuş gibi kaşlarımı çatıp ekliyorum. "Siz nişanlımın akrabasısınız sanırım. Ya da benim akrabam mı acaba?... Abim olabilirsiniz aslında. Saçlarımız benziyor." Bunu duyan Serkan'ın yüzündeki dehşet ifadesini görünce gülmemi zor bastırıyorum. Aslında onun için biraz üzülüyorum. Düşünsenize az önce onca davetlinin önünde benimle evlenecekken şimdi hayatımda bir yabancıdan ibaret. Düzeltiyorum abim olduğunu varsaydığım bir yabancı... Oh olsun ona! Beni oyuna getirip sözünü tutmadığı için. Neyse ki ambulans geliyor da konuşmaya ara vermek zorunda kalıyoruz. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, ambulans da gelmek bilmedi. Hani yani iyi ki gerçekten yaralı falan değilim. Hele bir hastaneye gideyim ve şu karmaşadan uzaklaşayım o zaman rahat bir nefes alacağımdan eminim. Ve eğer yalnız kalabilirsem hayatımın bu noktaya nasıl geldiğini detaylıca düşüneceğime dair kendi kendime söz veriyorum.

Not: Seni SevmiyorumWhere stories live. Discover now