20

243 22 25
                                    

sırf düz yazı diye okumamazlık yaparsanız götünüzü sikerim 😟
üzmeyin beni 😔

rin'den;

"abi, önümüzdeki durak değil sonrakinde indir beni."

yalvar yakar sonunda otobüs parasını almıştım. tabii parayı kameramancı abiden aldım ama o da kesin başından savmak için dayanamayıp vermişti. o sıra muhabir abla gözleriyle parçalara bölüyordu beni. sarı çiyan! sanki canını istedim bir 20 lira verecektin sadece!

saat 9 sularına girmişken az yolculu otobüste kafamı pencereye çevirdim. gözlerim hızla akan yolu izlerken heyecandan bacaklarım titriyordu. yıllardır içimde büyüyeduran bir sevginin sebebini görmeye gidiyordum. uzun uzun bakacaktım ona, inceleyecektim. tanıyacaktım onu ve belki onu anlamama izin verecekti. ona anlatmak istiyordum. ona, tüm hayatım boyunca sahip olduğum resim defterinin en güzel resmi olduğunu anlatmak istiyordum. kafamda kurduğum asla gerçekleşmeyecek senaryolarda bile onu kusursuzca çizdiğimi, muhteşem olduğunu, ona nasıl hayranlıkla baktığımı anlatmak istiyordum.

ve beni anlamasını istiyordum. birilerinin beni anlamasına ihtiyacım vardı.

pek gösteremesem de 17 yaşında bir çocuk olarak benim de sakladığım bir tarafım vardı. insanların gördüğü haitani rindou neşeli biriydi, aklı bir karış havada. böyle düşünmekte haksızda sayılmazlar tabii. aklım gerçektende bir karış havadadır ve yaptığım şeyler çoğunlukla birbirinin tersidir. insanlara ne yapacağım diye akıl alsam bile yine gidip kendi bildiğimi yapardım. güzel giden şeyleri berbat ederdim ama berbat olan şeyleri güzelleştiremezdim. kimseye de güvenmezdim, hatta kendime bile. düşünmeden hareket etmek mottom olmuş, hata da yapsam pişmanlık duymazdım. öyle birinin yasını tutacak, onun adına üzülüp kendimi yiyip bitirecek biri de değildim. işte bu rindou, insanların bildikleri rindou'ydu.

sonra o geldi, düşünmeye başladım. hareketlerimi tasarlamaya, adımlarımı planlamaya başladım. özür dilemeyi öğrendim, hatalarımdan ders çıkarmayı. yanlışlarımla yaşamak yerine, belki doğrusunu bulurum diye denemeye başladım. insanlara güvenmeye başladım çünkü o vardı. çünkü ben gerçekten sanzu haruchiyo'nun hayatında bir yer edinmek istedim.

ben onda kendimi bulmuştum. aynıydık bana göre. onunda ailesi yoktu, benimde. yalnızdık ama iki kişinin yalnızlığı yalnızlık değildir ve ben gerçekten o benim olsun istedim. hayatımda ilk kez kendime ait bir şey olsun istedim.

annemle babamı küçük yaşta kaybetmiştim. o zamanlar 13 yaşındaydım, abim ran ise 23 yaşındaydı. annemle babamın ölüm haberi geldiği zaman askerdeydi, yaşadığı acıya dayanamamış olsa gerek kaçmıştı askerden, öyle katılmıştı cenazeye. cenaze günü bana nasıl sıkı sıkı sarıldığını unutmazdım asla, ne de olsa abimin abim oldu son gündü o gün.

önceden abimle gerçekten yakındık, aramızda 10 yaş olduğundan abimden daha çok baba gibiydi bana. babamda annemde çalıştığından veli toplantılarına bile abim gelirdi. hocalar benim hakkımda kötü şeyler söylediğinde kendine saklardı, annemgile iyi şeyler söylerdi. sonra çekerdi kenara beni uyarırdı, ders çalışırken yanıma gelip anlamadığın yerler var mı diye sorardı. oyun oynarken benimle uğraşır sonra beraber oynamayı teklif ederdi. beni arkadaşlarıyla tanıştırır, ne zaman istersem bana zaman ayırırdı. o zamanlar abim dünyanın en iyi abisiydi gözümde.

sonra ebeveynlerim öldü, sonradan fark etmiştim o gün abiminde öldüğünü. abim askerden kaçtığı için günü uzadı, bu yüzden 13 yaşında kimsesiz bir şekilde kalmıştım ortada. arkadaşlarımın ailesi sahip çıkıyordu inkar edemem ama ailemin yerini tutmuyorlardı. ben yine de idare ettim, o zamanlar birçok spor faaliyetine katıldım. yarışmalar kazandım, abim gelince anlatacaktım ona.

sonra abim geldi. nasıl heyecanlıyım anlatamam, koşarak çıktım dışarı. hemen abimin kollarına atlayıp onu ne kadar özlediğimi söylemek istiyordum. sarılmadı bana, konuşmadı bile. içeri geçti, odasına gitti. hızlıca bulduğu ilk çantaya birkaç kıyafet doldurdu, birkaç hazır yiyecek aldı, biraz da para sıkıştırdı cebine sonra bana bakmadan çıktı gitti. ve ben 6 ay sonrasına kadar onu görmedim.

saatlerce ağlamıştım o gün. geri döner diye bekledim ama dönmedi. dönmeyecek birini bekledim ve ben ümidi kestiğim zaman geri döndü. hep böyle yapıyordu, ona çağırırken gelmezdi, artık onu istemediğim vakit gelir tüm düzenimi altüst ederdi. ben gerçekten ondan nefret ediyordum.

bir zamanlar resim defterimin en güzel resmi oydu, sonra ben o resmi önce karalayıp sonra yırtıp attım.

ama yine de biliyordum işte; bir yerlerde de olsa abim vardı, ben vardım. başkalarıyla gülüyor, eğleniyor, üzülüyorduk. başkalarını aile bilip düşüne düşüne büyüttüğümüz dertlerimize derman arıyorduk. vardık, oradaydık. uzaktık ama vardık, ailemiz yoktu ama ailemiz de vardı. var olduğumuzu biliyor ama yine de görmezden geliyorduk, gözümden düşen birkaç damlanın akıp gitmesine izin vermem gibi. yanağımdan ince bir yol çizerek ilerliyorlardı ve ben hatırlıyordum. tam da o evin ortasında bulunduğumuzu hatırlıyordum.

film izliyorduk, bana gülüyordu. saçlarımı karıştırıp hiç gitmeyecek gibi gelecek hakkında konuşuyordu. bir derdin varsa gel diyordu, ben senin abinim. komik olan da buydu, tüm o nefrete rağmen tek derdim sensin diyemiyordum.

şimdi ben bana aile olmasını istediğim birine gidiyordum, tıpkı benim gibi ailenin ne demek olduğunu unutan birine. abim arkada kalmıştı. nasıldı, korkuyor muydu? aslında hiçte düşünmüyordum bunları. zihnim pembe saçlı biriyle doluydu, abim hakkında düşünmek istemiyordum.

ama yine de biliyordum ya abimden başka kimsem yoktu.

haruchiyo vardı ama... gerçekten var mıydı?

duran otobüsle bir yandan hızlıca kapıya gidiyor bir yandan da şoföre ağzımın içinden kolay gelsin diye mırıldanıyordum. ellerimi eşofmanımın cebine koymuştum, vücudumdaki ter kurumuş sayılırdı. derin bir nefes alırken amacım az arkamda kalan durağa oturup biraz kafamı toplamaktı. dumanlı bir kafayla karşısına çıkıp işleri berbat etmek istemiyordum.

sorun şu ki, her zaman istediğimiz şeyler olmazmış. maske yüzünden sadece görebildiğim gözlerle ve az da olsa şapkadan çıkıp sıcaktan alnına yapışmış pembe saçlarla bulunduğum yerde kaskatı kesilirken daha çok farkına varmıştım bunun.

yıllardır hayalini kurduğum an gerçekleşirken gözlerindeki kızgınlık kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. içime yerleşen korku tohumları filizlenmeye başlarken o çoktan konuşmaya başlamıştı.

"geldin!" sesine yansımış kızgınlıkla gözlerim dolarken yaslandığı yerden ayrılıp bana doğru adımlamaya başladı. ağzımı açamıyordum, şayet açsam ne söyleyeceğimi bilmiyordum. bunu biliyormuşcasına kendisi konuşmaya devam etmişti. "aferin, geleceğim dedin geldin ama rin..."

dibime geldiğinde benden uzun olduğundan kafamı kaldırmam gerekmişti. iki yanında sallanan elleri bir anda üst vücudumu saran atletimin yakasını kavrarken istemsizce akan göz yaşlarıma engel olamamıştım. beni istemediğini, hatta beni beğenmediğini düşünürken ağzından çıkan kelimelerle işte asıl kalbimde büyük bir acı hissetmiştim.

"aptal! hadi geldin gelmesine, bana gelmek için neden başka birisini terk ediyorsun? abini nasıl bırakıp gelirsin?!"

rindou'dan ran'a:

rindou'dan ran'a:

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
heaven and back | rinzuWhere stories live. Discover now