Bölüm 26: Kadın

219 28 0
                                    

"Dikenlerin verdiği acı güllerin yaydığı kokuyu bastıramadı."

Elroy mektubu okuduğu an saraydan ayrılmış, önce güvendiği bir demirciye uğramış ardından Anais'in evinin önünde bitmişti.

Anais ona ilk kez iyi olmadığını söylemişti ve onun keyfini yerine getirmek için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Sırf bunun için, Anais'in mektubunu okuduktan sonra bozulan moralini, biten enerjisini gizliyordu.

"Kraliçeye sürpriz var!" diye seslenirken kapıya işaret parmağının tersiyle iki kere tıklamıştı. Anais dağınık halini düzene sokmak için bir anlık heyecana kapılsa da çok uğraşmayıp eliyle birkaç vuruştan sonra kapıyı araladı, Elroy suratındaki koca sırıtışla içeri girdi.

Anais, Elroy'un neşeli tavırlarına anlam veremedi. Genel tavrı bu olsa da o mektuptan sonra gıcıklığına böyle davranıyormuş gibi hissetti. "Sürprizi merak etmiyor musun?"

Bir arkasında sakladığı eline bir de yüzüne baktı donuk halde. "Pek değil." diye mırıldandı. "Eğer bir gül değilse pek sevinmem."

"O halde çok sevineceksin." Arkasında sakladığı elini Anais'e doğru uzattı, ufak, varaklı bir sandıktı uzattığı. Sandığın üzerinde gül motifleri vardı. "Ben... Teşekkür ederim." Şaşırmıştı, hatta öyle bir şaşırmıştı ki nasıl cümle kuracağını bilemedi. "Teşekkür etme, al hadi ve rica ediyorum kahve yap."

Anais gözlerini sandıktan ayırıp hayretle Elroy'a baktı. "Geçende pek beğenmiş gibi görünmüyordun?"

"Elinin değdiği her şeye zaafım var kadın." Anais kadınlara günah derken Elroy'un kendisine hitap ediş şekli kaşlarını çatmasına neden oldu, ne çocuk demişti ne günah, kadın demişti. Kurduğu süslü cümle kendisi için hiçbir anlam ifade etmese de kullandığı kelime kalbinde birkaç ışığın yanışına sebep olmuştu şimdiden.

Sandığı avuçları arasına alıp masaya bıraktı, açıldığında içinden gün ışığı fışkıracak gibi bir hali vardı. Minik kilit 'tık' sesiyle açıldığında kapağını aralamak daha bir heyecan verici olmuştu. İçerisinde bir hançer, iki adet gül ve bir paket de kahve vardı. Güllerin biri pembe, biri beyazdı. Mektuptaki detayı atlamamıştı.

Hepsinden önce hançere uzandı, kabzasındaki işlemelerde narin parmaklarını gezdirdi nezaketle. Fakir bir balıkçının en değerlisi, kancası ve ucundaki solucanı altın renk kabzanın üzerinde ayrı bir ışıltıyla parlıyordu. Solucanlardan nefret ederdi ama avladıkları da nefret ettiği insanlardı. Demiri öyle keskindi ki dokunduğu an işaret parmağının ucunda kesik açılmış, birkaç damla sızmıştı beyaz teninin üzerine. "Artık herkesi bununla öldüreceğim."

"İnan bu beni mutlu eder..." Anais ikinci bir şey söylemeyip gülleri incelerken Elroy dayanamayıp pası kendi karşıladı: "Beni daha da mutlu edecek olan ne biliyor musun?"

"Nereden bileyim..." Kahveyi de masaya bırakırken sandığı kapatıp arkasına, Elroy'a döndü. "İnce düşünülmüş şeyler... Şaşırdım, mutlu oldum."

"Beni daha da mutlu edecek şey de olduysa kahve içebiliriz." Anais anlamayarak kaşlarını çattı. "Seni daha mutlu edecek olan benim mutluluğum muydu?"

"Safım..." diye geçirdi içinden. "Başka ne olabilir?"

"Öldürdüğüm nişanlım da süslü cümleler kurardı ama hiç bu kadar ileri gitmemişti." Elroy sol elini ensesine attı, huzursuzlanmıştı. "Ne yaptı da öldürdün?" demeye korkuyordu. Anais kahvenin başına geçtiğinde kendisi konuştu: "Neden öldürdüğümü de söyleyeyim... Benimle evlenmek istiyordu ve benim onu istemediğimi biliyordu. Zorla yani... Bir de seviyor gibi davranıyor etraftakilere karşı beni koruyordu. O olmasaydı korunmaya da ihtiyacım olmayacaktı, kasabada kimse beni görmüyordu ondan önce. Sırf bedenimi beğendi diye..." Dişlerini sıktı, sinirlenmişti ama yine de devam etti: "Sırf beni beğendi diye iki ayım eziyet gibi geçti."

Elroy nefretle dolmuştu, bir anda farkında olmadan sert çıkıştı: "Beni bir daha o herifle kıyaslama."

Tezgaha yaslanmış Anais'in kahve yapışını seyrediyordu ama aklı orada değildi. "Onun gibi konuşuyorsun, sürekli tavlamaya çalışan cümleler..."

"İçimden geldiği için öyle konuşuyorum."

"Her neyse." Kahvenin köpüğünü bardaklara tatlı kaşığı ile eşit miktarda dağıtıp peşinden kahveleri doldurdu. "Köpüğün üstte olması gerekmiyor mu?"

"Böyle daha çok üste çıkıyor." Bardağa bakan Elroy ikna olmuştu. "Prensesle görüştün mü?"

"Hayır neden sordun?" Omuz silkti Anais. "Sadece benim için onca yolu gelmezsin diye düşünmüştüm."

"Anais..." Bir itiraf için erken olacağını düşünerek kendini durdurdu. "Seninle uğraşma fırsatını kaçıramazdım."

Tuhaf lakin Anais bu sefer güldü. "İç şunu da kim kimle uğraşıyor gör."

"Şeker attığını gördüm, o kahveyi daha güzel yapıyor bence." Anais'in sinsi bakışlarını yakalar gibi olsa da saliselik bir olay olduğundan emin olamadı, şu an beş yaşında bir çocuk masumiyetinde bakıyordu.

Anais'in yaptığı kahveyi tek dikişte bitirmeye çalışmak hayatında almış olduğu en yanlış karardı. "Su, lütfen su!"

Kahkahalar eşliğinde su doldurup uzattı. Elroy neye uğradığını şaşırmıştı, Anais ise yeni bir kahve yapmaya başlamıştı. Kıyamamıştı zira kahve içmeyi çok istiyordu, oysa Elroy yapılan yeni kahveyi içmekten korkuyordu. "Elinin değdiği her şeye zaafım var dedim ama sende çok kıymasan mı?" derken yine de kahveyi almıştı. Anais tebessüm etti. "Bu sefer güzel yaptım, güvenebilirsin."

Aldığı küçük yudumdan sonra yüzünü buruşturmamak için büyük çaba sarf etti, yalan söylemiyordu kendince güzel yapmıştı ve Elroy bunun farkındaydı. "Bak bu harika olmuş."

Sohbet muhabbet derken hava kararmaya başlamıştı, bu saate kadar bir arkadaşıyla konuşuyor gibi rahattı ikisi de. Havadan sudan konuşup hiç canlarını sıkmamışlardı da üstelik. Anais, bir erkekle arkadaş olduğundan habersiz, en içten duygularıyla hareket ediyor, en içten kahkahalarını döküyordu. Ayrılık vakti geldiğinde bir burukluk oturdu içlerine.

"Harika bir gündü." diye mırıldandı Elroy, Anais'te alaysız karşılık vermekten çekinmedi: "Kesinlikle."

"Artık... Beni yadırgamıyorsundur, değil mi? Yani artık beraber vakit geçirebiliriz tıpkı bugünkü gibi, gelmemde bir sakınca yok değil mi?" İçten içe onaylaması için yalvarıyordu. Anais tereddüde düşse de düşünmeden hareket etmekte kararlıydı. "Bir sakıncası yok, gelebilirsin..."

Devamı olduğu anlaşılır bir cümleydi, Anais utana sıkıla devam etti: "Hatta gelirsen memnun olurum."

Elroy için dünya bir anda cennete döndü, kalbinin gül bahçesine düştüğünü sandı. Dikenlerin verdiği acı güllerin yaydığı kokuyu bastıramadı. "Gelirim... Hatta yarın geleyim, müsait misin?"

Nefes vererek başını salladı. "Müsaitim, malum artık kimse kurtarılmak istemiyor." İşi sekteye uğramış bir esnaf gibi sıkkındı, Elroy tebessüm etti. "Bu akşam tüm sarayı denetleyeceğim, belki birkaç kişi çıkar."

Anais hevesle gülümsedi. "Harika olur."

Kapı kapandığında Amaris çıktı karşısına, vahşi kurdun suratında sanki kocaman bir sırıtış vardı, Anais daha çok gülümsedi, Amaris'in yanına eğilip başını okşadı. "Ruhum kurtuluyor mu dersin?"

Cevap almış gibi konuşmaya devam etti: "Şimdiki kurtuluş gelecekte yoluma çıkar mı bilmiyorum ama iki yılın ardından ilk kez kendim gibi hissediyorum. Bunu bırakmak istemiyorum ve sonum umurumda değil."

Amaris mırıldanarak başını Anais'in göğsüne sürttü.

"Yine canım yanacak değil mi?" Bekledi, ışıltılı gözlerle cevapladı: "Yanacak."

Birkaç saniye sonra iç geçirdi. "Canımın yanmasına alışığım. Güvenmem, inanmam, beklemem, sevmem. Anı yaşarım. Canım da bir gün yanar iki gün yanar, üçüncü gün hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış, her şey hayalmiş gibi devam ederim."

Oysa hayat hiç beklemediğimiz, düşünmediğimiz, tahmin edemediğimiz durumlarla çarpıyordu darbesini. Anais bunun henüz farkında değildi.

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now