Bölüm 19: Günahlar

438 30 9
                                    

Merhaba, üç kitaplık bir seri olacak demiştim lakin ikinci kitap sandığımdan kısa oldu o yüzden ilk kitapla birleştirme kararı aldım. Ayrı bir kitap olarak yayımlarken tamamlanmıştı yani ilk kitap yine tamamlandı, tek değişiklik serinin üç değil iki kitaptan oluşacak olması.

Bilmeyenler için ikinci kitapta, yani bu bölüm ve devamında sadece Elroy ve Anais'in geçmiş hayatını anlatıyorum.

Keyifli okumalar 

Tüm kadınlara ithafen...

...

"Güneşi batır."

Yazarın anlatımıyla Anais ve Elroy'un ilk hayatı...

Karanlık seni sardığında karanlık ol, güneş battığında sen doğ; güneşi sen batır. Dünyayla savaşmak kolay, kendinle savaşabilir misin?

Sadece cevabı 'evet' olan kadınlar Anais'in günahlarıydı, günahlarını anne gibi korumak da Anais'in görevi.

O ailesini öldürdü, annesini, abilerini ve babasını... Bir de evlendirecekleri adamı. Tek gecede. Adil bir geceydi, ruhu gökyüzünden yeryüzüne inmişti; o gece biri onu ondan çalmıştı. Tüm iyi niyetini gölün akışına bırakmıştı. Kanlı bıçağını temizlerken gözünün daldığı göl yine zihninde birkaç günahı uyandırdı.

"Gage'in bana dokunan elini kesip leşini nasıl da göle salmıştım..." diye düşündü. Sürüklenen cesedin ardında bıraktığı kan izi dün gibi aklındaydı, oysa kaç yıl olmuştu... Bir mi, iki mi? O bunu kavrayamasa da ikinci yıla gireli çok olmuştu. Artık çok sevdiği saçları omuzlarındaydı, herkesten gizlemek için pazara çıkarken yüzünü de bin bir çeşit boyayla kapatmak zorundaydı. Onu bilen, tanıyan sadece günahlarıydı ama onlar bile bilmiyordu geçmişini.

Oysa hepsinin geçmişi benzerdi... Anais üç abisinin gölgesinde anne ve babası tarafından sırf kadın olduğundan eziklenirken, diğerleri de kadın olmanın yarasını taşıyordu. Belki Anais gibi kirli beyazlarda uyumuyor, beyaz elbiseler giyebiliyorlardı; yine de erkeklerin gölgesinde her türlü şiddete maruz kalmışlardı. İlk adımı Anais atmıştı iki yıl önce, en çok değer verdiğini, ailesini öldürüp itile kakıla büyüdüğü kasabadan kaçmıştı; ailesini öldürerek kendine savaş açmıştı.

Şimdi günahlarından bir aile kurmuştu, günahlarını yavruları gibi sahipleniyordu. Onun için artık sadece günahları vardı. İki yıl öncesine kadar sudaki karıncayı bile kurtaran biriyken, şimdi kadınlardan ordu kurup dünyayı kadınların ayağına serme derdindeydi... On yedi yaşında terk ettiği çocuk ruhu, gökyüzünde bir yerde saklanıyor mu bilinmez; saklanıyorsa dahi Kaptan Kanca'nın esiri olduğu bariz... Anais bunu göz ardı ediyor, on yedi yaşında doğmuş gibi yaşıyor.

O gece öldü mü doğdu mu muamma.

Gecenin isinde göl daha bir soğuktu, bıçağın sapından tutmaya özen göstererek elbisesine bağladığı ipe sıkıştırdı. Kurtların uluma seslerini duymasına rağmen içinde herhangi bir korku kıpırtısı yoktu, ilk değildi, üstelik Anais'in son korkusu ölüm olmalıydı; olmalıydı değil mi?

O yaşamak için öldürmüştü.

Evinin kapısında bekleyen iki kadını Anais'i gördüğünde ayaklandı, kraliçelerinin yüzünde yine o katı ifade vardı; birini öldürdükten sonra takındığı acımasızlık maskesi silineli çok olmuştu. Ellerinde mumla Anais'e yanaştılar, iyi geceler dilemeden önce nasıl olduğunu sordular. Üç saat kadar önce aralarına yeni bir günah eklenmişti, Anais birinin daha ailesini katletmişti. Çok iyi olmalıydı, ki öyle de söyledi. "Harikayım."

"Hava çok soğuk ince giyinmişsin." Elbisesinin ince kumaşının rüzgarda uçuşması hoşuna gidiyordu. "Mühim değil. İyi geceler." diyerek evine girdi, kadınlar üsteleyemedi; Anais onları bir anne gibi korusa da katiyen yakınlık kurmazdı. Kendine sıcak bir kahve yapıp yaktığı şöminenin karşısına oturmasının üzerinden en fazla yarım saat geçmişti ki kapı acı acı yumruklanmaya başladı, alel acele kapıya koştu; kadınlarından biri sanmıştı...

Bir erkek tarafından boğazına dayanan hançer yanılgıya düştüğünün göstergesiydi.

Nefesi kesildi, birkaç soluk alsa hançer gırtlağını deşecek gibiydi, sakin kalmaya çalışıyordu. "Sakın sesini çıkarma." Kirli sesi kulağını okşadığında midesine göndermiş olduğu kahvenin zemine döküleceğini hissetti. En son ne zaman biri tarafından kıstırılmıştı? O gecenin gündüzünden sonra bu ilkti.

Öfkesini dizginlemeyi öğrenmişti, elini adamın kıldan görünmeyen eline sardı; yalvarmak için değil, kesinlikle bunun için değil. Ruhu haylaz bir çocuk gibi parmaklarını oynatıyor, kana olan açlığından kaynaklı ağzından salya akıtıyordu; ruhu şekil alacak olsa kesinlikle korkunç bir görüntü zuhur ederdi. Elini sertçe boynundan ayırdığında karşısındaki kadın olduğu için ciddiye almamış olan herif şoka girmişti, şoku çok uzun süremedi; Anais elinden kaptığı hançeri tam boynuna sapladı. Hançer karşıya kadar geçmişti, boğazından fışkıran kan yüzünün her yerini kırmızıya boyamıştı. Kulağına taktığı beyaz gül de dahil. Sırf bu yüzden onu canlandırıp tekrar öldürmeyi arzuladı, bedenini yere serip hançeri boğazında bıraktı.

Lanetler okuyordu, durduk yere iş almıştı başına; hava buz kesiyorken gecenin bu vakti yine göle gidip temizlenmesi gerekiyordu. "Sadece zararsınız..." dedi tükürür gibi, tam başından kalkacaktı ki açık kapıdan iki kişi daldı.

İki erkek daha.

Ve hey, bu seferkiler fazla iyi giyimli; şimdiye dek gördüğü tüm erkeklerden daha iyi giyimli ve daha iri... Başına aldığı iş bu kez başını koparacak kadar büyük görünse de, Anais bunu dert etmeden minik dudaklarını araladı; "Defolun gidin ya da geberin."

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now