Bölüm 13: Kazandık

1K 127 29
                                    

"Sen bende eksiktin."

Tanıdıklık sarmış ruhumu, evim hapsetmiş içine sanki. Göremiyor, duyamıyor ya da konuşamıyorum hâlâ ama hissediyorum; bu sefer daha tatlı, daha tanıdık bir his. Hep olduğumdan daha fazla ben.

Yakınlarımda biri var, enerji değil bu sefer... Hissediyorum, yakınlarımda, çok yakınlarımda fazla tanıdık biri var ama abim değil. Ruhumu titretecek kadar tanıdık lakin kim olduğunu anlayamayacağım kadar yabancı. Dudaklarımı ihtiyaçla aralasam da tek kelime edemeyerek geri kapattım, gözlerimi açmaya çalışsam da gözkapaklarımın ihanetine uğradım. Ne hazin, kontrol bende değil ama hislerim taptaze, ruhumu mum misali eritecek denli yakıcı; dokunamayacağım kadar da uzak sanki... Cehennem dedikleri çukur bu muydu? Ateşlerde yanacaksın dediklerinde bedenimden bahsediyorlar sanıp korkuyordum, daha acısı varmış meğer...

Ölüm ne garipmiş, Tanrım, af dilemeyecek, merhamet beklemeyeceğim. Yine olsa çok daha fazlasını yapardım. Tekrar yaşamak istiyorum lakin ölü gibi de hissetmiyorum hatta aksine her zamankinden daha canlı hissediyorum. Bedenimi bir gül bahçesinde koruyup ruhuma işkence ediyorlar gibi. Tezatlar içinde ölümü mü tadıyorum yoksa rüyada mıyım?

Nefes alabildiğimi içime dolan temiz havadan anladım, öldüm mü ölmedim mi anlayamıyorum. Tertemiz güllerin iç açıcı kokularını hapsettim ciğerlerime. Sabırla kendime gelebilmeyi beklediğimde aslında gereken tek şeyin sabır olduğunu fark ettim, belki de en başından telaşa kapılmasam açacaktım gözlerimi. Etrafım gerçekten pembe-beyaz güllerle çevriliydi, çalıların yeşilini, seranın şeffaf tavanını görebiliyor, altımda ezilen toprağın yumuşak dokusunu hissediyordum. Burası... Ah, Tanrım.

Gözlerim buranın hissettirdikleriyle sulandı. Çok tanıdıktı, abim bile bu kadar tanıdık değilken sadece bir gül serası öyle tanıdık geliyor ki gözlerimin dolmasını engelleyemiyorum. Yüzümde açan tebessümün en az etrafımdaki güller kadar güzel olduğunu tahmin edebiliyorum. Yoksa cennette miyim?

Çok güçlü bir istek belirdi içimde, kendime geldiğim her saniye sağıma bakmayı delicesine arzuluyordum. İsteğim kadar güçlü bir diğer duygu ise korkuydu, cesaret edemiyordum. Neden korktuğumu bilmiyorum. İçimden bir ses hasretten ikinci defa ölmeme çok az kaldığını söylüyor. Önce gözlerimi kapatarak çevirdim başımı, çenem titredi; gözlerimi açtığım an bir damla firar edecekti. Açtım.

Nefes alışverişlerim durdu, yaş bile gözümde dondu. Kedinin oynadığı ip yumağı misali hisler yığıldı üzerime. Her yanımdan taşan duyguların ne olduğunu anlayamıyordum ama arkası dönük oturan adama koşup sarılmak, bir daha asla bırakmamak istiyordum. Bunu istediğimi biliyorum, ruhumdan taşan özlemin ona süzüldüğünü hissediyorum. Damlalar teker teker düşerken çıt çıkaramıyor, hareket edemiyordum. Zaman akıp giderken ruhum dondurulmuş gibi. Sonunda minicikte olsa nefes alabildiğimde heyecanlanarak daha fazlasını almak istedim lakin koşarken ayağı takılan çocuk gibi alacağım diğer nefesleri sıralayamadım, nefesim kesildi yeniden. Yanaklarım sızan yaşlardan kaşınıyordu.

Adam arkasını döndüğünde, Tanrım... Öleceğimi hissettim. Kalbime parmaklarını geçiren özlemin kalbimi sıktığını hissettim. Kara gözleri gözlerimi buldu, istem dışı dudaklarım aralandı zira başka türlü nefes alamıyordum artık. Yaşlar şelaleden akar gibi akıyordu, ne o ne ben bir tepki veremiyorduk. Hayal bile olamayacak kadar iyi hissediyordum.

"Anais..." Dilimdeki tuzlu tat dahi örtemedi dudaklarımı. Tek bir nefese bile muhtaçtım şu an. Gülümseyecek gibi olduğumda daha çok ağlamaya başladım. Neyin özlemi bu, neyin acısı? Bu denli iyi hissetmek nasıl acı verici olabilir?

Oturduğu yerden kalktığında bana doğru attığı her adımda özlem kalbimi daha çok sıktı, yanıma gelene kadar kalbim parçalara ayrılacakmış gibiydi. Öyle devasa göründü ki gözüme kendimi çok küçük hissettim, diz çöktü tam karşımda. Hâlâ benden uzundu zira ben ayaklarımı uzatmış sere serpe oturuyordum. Titreyen sadece ruhum mu yoksa artık tüm bedenim de dahil mi anlayamıyorum, elini usulca uzatırken gözleri gözlerimden bir saniye olsun ayrılmadı. Dokunmaya korkar gibiydi, bakarken canımı acıtmaktan çekiniyordu sanki. "Beyaz orkidem..."

Kalbim tekledi, nefesim kesildi yeniden. Yaşam fonksiyonlarım durdu adeta. Hiç.

Bu adam, bu imkansız adam hiç. Kanlı canlı, vücut bulmuş haliyle, sesiyle, bakışlarıyla, merhametiyle... Hiç.

Eli saçımdan bir tutama eriştiğinde içimden tır geçmiş gibi sarsıldım, nefesim titredi. Buğulu gözlerimden seçebildiğim yüzü yüzüme yanaşıyordu, birazdan sımsıkı sarılacak gibiydi. Yüzümü inceliyordu o da özlemiş gibi. "H..." Nefes alamıyordum ki konuşayım, üç harfi yan yana getirememiştim. Hıçkırık gibi bir ses çıkmıştı dudaklarımdan yalnızca. Baş parmağıyla sağ yanağımdaki yaşları süpürdü, gözlerimi kırpıştırdım net görebilmek için; az önce sildiği yanağım tekrar sırılsıklam oldu.

Bir anda, hiç hazır olmadığım bir anda kocaman kollarını kemiklerimi kırmak ister gibi sardı sırtıma, bedenim değil ama ruhum hazırdı sanki; aynı anda, ben ne olduğunu anlayamadan karşılık vermiştim. Onun bir eli saçlarımı okşarken benim iki elim de boynuna sımsıkı yapışmıştı ruhumda saklamak ister gibi.

Güllerin arasında hayalini bile kuramadığım bir adama sımsıkı sarılırken evime dönmüş gibiydim. Yıllardır abimin yanında huzurlu olduğumu sanıyordum. Hayır, ben bu yaşıma kadar huzur ne öğrenememişim. Soluduğum teninin kokusu tüm parfümlerden güzeldi, kolları girdiğim her evden daha sıcaktı, hissettirdikleri... Daha önce hiç hissetmemişim gibi hissettirecek kadar yoğundu. 

"Sen bende eksiktin." dedi boğuk sesiyle, ağlıyordu, sakalsız yanağı boynuma sürttüğünde yaşlar boynuma sığındı. Konuşabilecek kıvama geldiğimde, "Hiç..." dedim hevesle, sesimdeki özlem elle tutulabilecek kadar somuttu. Bu özlem yabancı gelmeliydi ama vardı bir sebebi, bildiğimden başka; bambaşka bir sebebi... "Özledim." diyebildim sadece. Söylemek istediğim milyonlarca kelimenin arasından dilime düşen yalnızca buydu. Özledim.

Tanımadığım bir adamı özledim.

Ama daha önce kimse bu kadar tanıdık hissettirmemişti.

Hâlâ gerçek olduğuna inanamayacağım kadar güzeldi her şey.

Yineledim: "Özledim."

"Özledim." dedi benim gibi, benim kadar içten, benim kadar yoğun... Kaç saat güllerin ortasında öylece sarıldık çıt çıkarmadan bilmiyorum, bitap düşmüştüm. Özlemin yükü ruhuma fazla ağırdı. Kolları arasında mayışmıştım, saçımla oynayan elleri sanki yıllardır oradaydı. Tanımadığım, adını dahi bilmediğim bu adamın kollarında yabancılık çekmiyordum, hiç olduğuna emindim ama bir o kadar da araftaydım; mümkünatı olacağını sanmıyordum. Cennette olma ihtimalim ise hiçin gerçek olma ihtimalinden daha düşüktü.

Gerçekliğinden emin olmak istercesine gevşemiş kollarımı sıkarak sarılışımın baskısını artırdım. Hâlâ kollarımın arasındaydı. Başım boynundayken yine derince soludum. Her bir yanı gül kokuyordu ama boynu bedeninden ayrı gibi bambaşka bir kokuya sahipti, tarif edilemezdi zira dünya üzerinde rastladığım hiçbir şey böyle kokmuyordu. Bu onun ona has kokusuydu ve artık gül kokusundan çok sevdiğim bir koku eklemiştim listeye, en başa; başında yıldızlarla.

"Anılar unutulur, izler silinir, yaralar kapanır ama hisler daimi..." Anlamıyordum, anlamadığımı anlıyordu. Sır verir gibi yanaştı kulağıma. "Hisler Anais, istesen de silinmez. Yüzyıllardır hiçbir şeyden haberin olmamasına rağmen hissediyorsun beni. Hangi yaşamında olursa olsun hislerine sadıksın."

Yutkunduğum esnada geri çekildi, yüzüme pamuğa dokunur gibi nazikçe dokundu sağ eliyle. Kaşlarımda, gözlerimde, yanaklarımda, burnumda... Milim milim gezdirdi narin parmaklarını. Gerçekliğimden hâlâ emin olamıyor gibi, yanında olduğumu teyit ediyor gibi. 

"Kazandık. Tanrı seni bana geri verdi Anais. Nasıl bilmiyorum ama..." Heyecanlı bir sessizlikle devam etti eksik bıraktığı cümlesine: "Kazandık."

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now