Sayıtım II

33 3 0
                                    

Meclis binası oldukça genişti. İçerideki en ufak sesin yankılanmasını sağlayacak kadar da boştu. Ortası delik, geniş bir halka şeklindeydi ve duvarları neredeyse tamamen camla kaplıydı ancak şehrin bu kadar yukarısındayken dışardan neredeyse hiçbir ışık hüzmesi girmiyordu. İçerinin aydınlık kalması için ise tavan aydınlatmaları kullanılması gerekiyordu. Duvarın cam veya kapı olmayan yerlerinde ise oldukça karmaşık desenlere sahip mermer sütunlar bulunmaktaydı. Sütunların taşıdığı daire tavanın üstünde ise tek bir motif vardı: bir daire içine işlenmiş Senatör Arması.

 Sütunların taşıdığı daire tavanın üstünde ise tek bir motif vardı: bir daire içine işlenmiş Senatör Arması

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Odanın ortasındaki deliğe fırdolayı on yedi tane koltuk bulunuyordu. Bunlardan on altısı birbirinin aynısıyken on yedincisi, diğerlerinden nispeten daha büyüktü. Asal bu koltukların kime ait olduğunu biliyordu: On altı koltuk meclis üyelerinindi, on yedincisi ise Ark'ın koltuğuydu. Koltukların baktığı deliğin duvarları aşağıya doğru, bir oyuk misali iniyor ve dört kapıyla giriş yapılan bir çukur odada bitiyordu. Bu küçük oda, meclisin yapacağı yüksek yargı işlemlerinde kovuşturulanların durduğu bölgeydi. Aşağıdan, o yargı hücresinden bakıldığında meclis üyelerinin statüsü daha net anlaşılmaktaydı, birer tanrı figürü olurdu senatörler adeta. Yukarıdan gelen ışık gözünüzü kamaştırır, sizi yargılayanların yüzlerini dahi görmenizi engellerdi orada olsaydınız. Gerçi Asal bunu bilemezdi. Yüksek Mahkeme'ye (Meclis üst düzey suçluları yargılarken bu ismi kullanırdı) uğrama lüksünü -veya bedbahtlığını (hangi taraftan baktığınıza göre değişir)- edinememişti hiç. Şu anda o, bir saat kadar erkenden geldiği meclis toplantısını bekliyor, senatör koltuklarına dokuna dokuna etraflarında dönüyor, tavanı ve motifleri belli bir şey düşünmeden izliyordu. Aklı dalmışken düşüncelere, uzaktan yankılanan bir diyaloğa hayal meyal kulak misafiri oldu:

— Bunlar da halloldu sonunda, değil mi Callum?
— Birkaç tane daha evrak işi var abi. Sayılar, dosyalar...
— Aman be! Evraklar, evraklar ve evraklar!

Her bir kelimede daha da yaklaşan, boş odada tekrar tekrar yankılanan seslerin sahipleri en sonunda odaya girdiler: Freder Kardeşler, Mikhael ve Callum Freder. Asal, Frederleri birer iş adamı olarak biliyordu. Mikhael Freder bir yayımcıydı. Arkatlantik Cumhuriyeti'nin vilayetlerinde yayınlanan en ünlü gazeteler onun ürünüydü. Başkentte yayınlanan gazeteleri (en azından en ünlüleri) ise Balyos ve Ouyter yayımlarıydı. Uzaktan bakan birisi bu iki yayının birbirlerine taban tabana zıt ideolojilere sahip olduğunu düşünse bile, iki beyin çocuğu da aynı kafadan çıkmaydı: Mikhael Freder'den.

"Hadi biraz siyaset konuşalım, daha yapacak işlerim var."

Mikhael Freder, kardeşinin yanından geçerek meclis binasına giren geniş kapıdan içeri daldı. Kafasını koltuklara çevirdiğinde ise çemberin karşı tarafında duran Asal'la karşılaştı. Yüzünde bir tedirginlik sezdi Asal, bilinmeyene karşı bir iğrenti. Bir deniz yaratığını inceler gibi bakıyordu Asal'a. Veya Asal öyle düşünüyordu, ancak bir hayal olamayacak kadar netti yüz hatları. O sırada kardeşi Callum yanına geldi ve kulağına eğilip bir şeyler fısıldamaya başladı.

Callum, Mikhael'ın avukatı ve erkek kardeşiydi. Alt sınıfta pek izin verilmeyen bu durum (bir aile bireyinizin avukatınız olması), Freder Kardeşler gibi sosyete kişilerde göz ardı edilen bir şeydi. Ve oldukça ilginçti ki Callum, Mikhael'den daha büyük olmasına rağmen ona "abi" diye seslenmekteydi. Asal, Callum'un bu tuhaf davranışını önceden de biliyordu. Ödevini yapıp da gelmişti. Birlikte çalışacağı adamları iyi tanıması gerektiğini zor yoldan öğrenmişti daha önceden fakat ne kadar aradıysa da Callum hakkında çok az bilgi bulmuştu. İki kardeşin aralarındaki ilişkinin de bir avukat-müvekkil ilişkisinden ibaret olduğu söylenebilirdi. Mikhael halka konuşmalar yapar, meclis adına basın açıklamaları düzenlerdi ve bağımsız yayın organlarını yönetirdi. Mikhael'in -veya herhangi bir meclis üyesinin- başı belaya girdiğinde ise olaya Callum el atar, sessiz bir joker kartı gibi meseleyi çözüp gözlerden kaybolurdu. Çok konuştuğu görünmezdi. Simsiyah giyinir, şapkasını başından eksik etmezdi ve kendisinden küçük olan kardeşine garip bir şekilde "abi" diye hitap ederdi. En azından Asal bu kadarını biliyordu.

Callum, Mikhael'in kulağına bir şeyler söyledikten sonra doğruldu ve birkaç adım geri çekildi. Ve artık Callum ne dediyse, Mikhael'in takındığı o tiksinti duyan yüz ortadan kaybolup yerini, eski bir dostunu görmüş bir adamın suratına bıraktı. Oldukça gerçek bir yüzdü bu, mükemmel bir taklit. Yalnız bu halini görse gerçek olduğuna sorgusuz inanırdı Asal ancak Mikhael'in önceki bakışını, Callum'la olan fısıldaşmasını ve çabucak değişen ifadesini gördükten sonra içinde bir evham oluştu. Bir maskenin takılış anını görmüş gibiydi.

Mikhael onayıcı şekilde kollarını iki yana açtı, ağzı gülümsüyordu. Callum arkada beklerken o, koltukların yanından geçip Asal'ın yanına geldi. Sol elini el sıkışmak üzere uzattı, "Siz Bayan Orlov olmalısınız." Asal solaktı ancak sağ elini kullanmaya da alışıktı. Güneydeki sıkışık okul sıralarında dirseklerin çarpışmasını önlemek için sağ elle yazmayı da öğrenmişti ancak rahat olduğu yerde sol elini kullanmayı tercih ederdi. Sağ elle el sıkışmaya da alışmıştı, hatta sol elini uzatıp Mikhael ile tokalaştığında elini tam olarak kullanamadığını fark etti. Acaba Bay Freder de mi solaktı? Neden sol elini uzatmış olsun ki, insanlar hep sağ elle tokalaşırlar?

Mikhael kendini tanıttı, "Mikhael Freder, Nostradamus Medya'dan" Mikhael Freder'i tanımayan mı vardı canım? Bu tokalaşma biraz fazla uzadı, bu elimle selamlaşmaya alışık değilim. Asal elini geri çekti, Mikhael ise kollarını arkada birleştirdi. Callum'sa halen daha aynı yerde duruyordu. Ayakkabının yerle temasının ritmi duyuldu uzaklardan, bu sefer diğer kapıdan geliyordu.

İçeriye beyaz önlüklü, siyah ayakkabılı bir adam girdi. Oval yüzünde büyük, kalın bir daire gözlük vardı. Saçları, tıpkı Frederler gibi -Callum'un kafasının ortasında kelleşen bir bölge, eğildiği zaman göze çarpmaktaydı; onun dışında tanıma uyuyordu-, geriye taranmıştı. Yüzü sıska, bedeni ince uzundu. Beyaz önlüğünün üstünde benzer tonda, beje yakın bir palto vardı. Adamın, Asal'ın arkasındaki Frederlere doğru kaş göz hareketleri yaptığını gördü, ardından da bir şeyleri anlamış gibi kafasını geriye doğru atıp salladı. Asal'ın yanına yaklaştı ve elini uzattı, bu sefer sağ el gelmişti önüne. Asal adamın elini sıktı — bu sefer öncekinden daha iyiydim. Adam, oldukça klasik bir şekilde kendini tanıttı: "Albert Demandi, Üretim İşleri." İnsanlardaki bu adından sonra geldiği yeri söyleme takıntısı ne zaman başladı? "Merhaba, ben Asal Orlov, şu hepinizin unuttuğu G1'den. Hani var ya, görmezden geldiğiniz. Şimdi de duymazdan geliyorsunuz işte! Benim geldiğim yerden kimsenin adını dahi bilmezsiniz ancak balolarda dans ettiğiniz kadınların listesi Ark Monolithi'ni aşar. 

Arkatlantik'ten KaçışWhere stories live. Discover now