1. Bölüm

123 5 2
                                    

"Geçtiğimiz aylarda Güney Irminger şehrinin batı karakoluna düzenlenen hain saldırıda ölen dört görevlinin bedeni, uluslararası sularda yüzerken bulundu."

Bu haberi, sıradan bir şehir gazetesinin üçüncü sayfasında okunmayı beklerken buldum. Sayfanın ortasında bile değildi. Haftalık akıntı şemasının hemen altında, yalnızca bir köşe yazısı kadar yer kaplıyordu. Oysaki bu baskının yaşandığı gün tüm gazetelerde manşet aynıydı. İlk sayfalar, karakoldaki kırılmış eşyaların fotoğraflarıyla kaplanmıştı. Hemen altında Ark'ın basın açıklaması bulunuyordu Ark Mührü ile beraber. Onun peşi sıra senatör ve parti üyelerinin taziye mesajları... İlkokul çocuklarından emekli memurlara kadar herkes, bu saldırının arkasındaki kişi ve güçlerin kim olabileceğini tartışıyordu. Bazıları saldırının arkasında Akdeniz Devletleri olduğunu iddia etmişti ki hükûmet de bu görüşü destekliyordu üstü kapalı. Bazıları ise kuzeydeki ayrılıkçı grupları hedef gösteriyordu. Bir arkadaşımdan, bu işin arkasında yozlaşmış görevliler olabileceği fikrini duymuştum. Tabii ki, kimsenin elinde bir dayanak yoktu. Sonraları birkaç tane örgüt saldırıyı üstlenmişti üstlenmesine fakat kimse alınan cevaptan tatmin olmuş gibi görünmüyordu.

Ve söylentiler devam ettiler.

Savcılık, eylemin zanlılarını bulmak üzere araştırma yapacağını belirtmişti fakat o tarafta da hiçbir gelişme yoktu. Birkaç hafta sonra da ses seda kesildi zaten. Ne devletten yeni bir haber geldi, ne de halktan yeni bir spekülasyon. Bir trajedinin acısı dinmeden, yerini başka bir tanesi aldı.

Ve akıntılar yön değiştirdiler.

Olayın yaşanmasından aylar sonra da, kurban giden vatandaşların cesetleri bulunmuştu. Haberi ilk okuduğumda, keşfin savcılık tarafından yapıldığını düşündüm ancak onları bulan kişi alelade bir balık avcısından ibaretti. Bedenleri, deniz zemininin biraz üstünde süzülürken bulmuş. Hikayenin en iç burkan tarafı da bu. Aylarca su içinde bekleyen bedenler iyice şişmiş, tanınmayacak hale gelmişler. Otopsi raporuna göre ciğerleri su ile doluymuş dördünün de. Vücutlarındaki silah benzeri ağırlıklar fazla yukarı çıkmalarını engellemiş.

Bu dört kişinin bir fotoğrafını bulabilmek için diğer sayfaları çevirdim. Fakat hiçbir şey yoktu. Şimdi hatırlıyorum da, saldırının ilk haberinde de bu kişilerin hiçbir fotoğrafı verilmemişti. Sadece birer isim ve soy isimlerini sembolize eden birer harf. Dört kelime ve dört harften ibaretti bu dört can. O dönem hiç kimse bu dört cana ne olmuş olabileceğini konuşmamıştı. Etrafta komplo teorileri dönüyordu dönmesine, fakat hiçbiri bu dört görevli hakkında değildi. Sanki, birisi veya birileri, bu vatandaşların bulunmasını istemiyor gibiydi. Onları aylar boyunca gizlemiş gibiydiler. Gazeteye fotoğraflarının koyulup eğer hayattalarsa bulunmalarının kolaylaştırılmasını istememişlerdi sanki. Bu insanlardan her birinin bir ailesi vardı yüksek ihtimal. İsimlerinin altında yazan yaşlarına bakılırsa bazılarının çocukları bile olabilirdi. Belki de bu zabıtaların eşleri, başkentten gelen kuru ve samimiyetsiz bir taziye mektubuyla başlamışlardı günlerine. Belki şu an kıytırık bir onur madalyasıyla evlerine dönüyorlardı. Kaç çocuk yetim, kaç kadın dul kalmıştı kim bilir? Ve kim bilir kaç öykü yazılmadan bitmişti?

"Tarikh... Tarikh!"

Pollo'nun bana seslendiğini duyunca bulunduğum trans hâlinden çıktım. Kendisi, masamın arkasından bana doğru bakıyordu. Kaşları çatık, gözleri açıktı. Daha alçakta olmam sebebiyle göz temasını devam ettirmek için hafifçe eğilmesi gerekiyordu. 

Dikkatimi kazandığına inanmış olacak ki konuşmaya devam etti: "Tanrı aşkına, zaten keyfim yerinde değil. Bir de seninle uğraşamam." Ardından, hiç sormamış olmama rağmen, keyfini bozan şeyi anlatmaya başladı hevesle: "Bu sabah caddenin başındaki meşrubatçıya gittim. En sevdiğim soğuk içeceğimi tarif ediyordum ki ne olsa beğenirsin? Aptalın biri gelip elindekini takımıma boca etti. Üstelik bir de şekerliymiş! Eve dönüp kıyafetimi değiştirmek zorunda kaldım..."

Arkatlantik'ten KaçışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin