bir

7 2 5
                                    

huzurlu hissettiren bir yaz akşamıydı. dışarısı sessiz ve sakindi. ve jisung bu havayı çok sevdiğinden kendini dışarı atmış resim çiziyordu. yine aynı manzarayı farklı bir açıdan yakalamış tuvaline onu aktarıyordu. gece tonlarını yansıtmak onu zorlasa da, çok daha hoşuna gidiyordu.

orada huzurla kaç saat resim çizdiğini bilmiyordu, fakat gece serinliği çöktüğünden daha fazla oturamadı orada. eşyalarını topladı ve büyük kalenin içine doğru adımladı.

bir soydan diğer soya aktarılan bir gelenek vardı ailesinde. kraliyet ressamı olmak. o da öyleydi, kendisinden önce babasının, ondan önce dedesinin, ve bu şekilde ilerleyen bir zincirde herkesin olduğu gibi o da kraliyet ressamıydı.

birebir kraliyet ailesi ile büyüdüğünden üçüncü prens lee minho ile yaşlarının yakın olması dolayısıyla yakın bir ilişkileri vardı. fazlasıyla yakın diyebileceği bir ilişki. yani bu kadar yakın olmasa prensin kalesinde kalmak yerine kralın yanında, onun ressamı olarak kalırdı. ki gelecekte, babasının vefatından sonra bu şekilde yapması gerekecekti. o yüzden minho kral olmak zorundaydı.

göstermelik bir odası vardı jisung'un, eşyalarını oraya baktı. tabii dedim ya göstermelik bir odaydı burası. sürekli minho'nun odasında kalıyordu, bu yüzden fazlasıyla dedikoduları dönüyordu fakat jisung çok daha iyi bir dedikoducu olduğundan hepsini susturmanın bir yolunu buluyordu.

eline, yüzüne bulaşmış boyaları umursamadı ve hızla odasından çıkıp kalenin en üst katına, prensin odasına doğru çıktı. bugün minho ile görüşememişti ve yaptığı şeyleri anlatmak için sabırsızlanıyordu.

en üst katın merdivenlerine geldiğinde gardiyanlardan birinin orada beklediğini gördü. kaşları çatılmıştı çünkü kapının önünde beklemesi gereken adamların merdivende bekliyor olması olağan bir şey değildi.

"efendim, maalesef bu kata çıkamazsınız." dedi tok bir sesle. jisung'un kaşları daha da çatılmıştı. aklından onlarca senaryo geçiyordu ve bunların en büyüğü kardeşlerinin minho'ya suikast düzenliyor olduğuydu.

"neden?" diye sordu sakin görünmeye çalışarak.

"kraliyetle ilgili önemli ve gizli bir konu var prens danışmanları ile bunu tartışıyor."

"bu saatte? çalışma odası yerine yatak odasında?" kaşlarını kaldırmıştı. "prensi görmek istiyorum." diye de diretti.

"prens uykusundan uyandırıldı, gerçekten acil bir durum." jisung'un kafasındaki düşünceler daha da gerici olmaya başlamıştı. kafasında bu adamı atlatıp sevgilisini kurtarma planları yapıyordu ki minho'nun odasından büyük bir bağırış duyuldu.

hayır bu minho'ya ait acı dolu bir bağırış değildi. hatta bu acı dolu bir bağırış değildi. zevkle kendinden geçmiş birinin sesi yankılanmıştı. jisung sinirle gardiyana baktı.

"çekil." dedi sadece. gözleri alev saçıyordu. hızla gardiyanı geçti, adam da bir şey yapmamıştı. görünen köy kılavuz istemezdi sonuçta.

jisung hızla odaya adımladı, kalbi ağzında atıyordu. deli gibi korktuğu şeyin saniyeler içinde değişmiş olması eley trajikomikti. sertçe yutkunup kapıyı açtı. görmek istemediği fakat görmeyi beklediği şey tam da gözünün önündeydi.

minho'nun kucağında çırılçıplak zıplayan bir kız. tabii jisung'un geldiğini fark edince utanıp minho'ya sokulmuştu. minho ise şok olmuş gözlerle jisung'a bakıyordu.

"yanlış yapıyor." dedi jisung. "bir gün benden ders alsın." diyip hızla kapıyı çarparak kapattı. kafasının içinde minho'ya sövmeyi bırakmış, kendine sövmeye başlamıştı. cidden demeyi istediği onca şey içinde dediği bu muydu?

Kamu telah mencapai bab terakhir yang dipublikasikan.

⏰ Terakhir diperbarui: Feb 09 ⏰

Tambahkan cerita ini ke Perpustakaan untuk mendapatkan notifikasi saat ada bab baru!

she's not me/minsungTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang