BÖLÜM 38 - SAVAŞ ÇAĞRISI

4.4K 457 88
                                    

Doğu Krallığı isyan çıkarmıştı.

Ve beni olacak savaşa çağırıyorlardı.

Çok saçmaydı. Ben bir kadındım, bir erkek değil. Her ne kadar sinir olsam da bu dünyada cinsiyet eşitliği diye bir şey yoktu ve kadınlar asla savaşa katılamazlardı.

İmparator beni nasıl savaşa çağırıyordu? Halk tarafından aşağılanmayı nasıl göze almıştı? Aklında ne gibi çarklar dönüyordu?

Derin bir nefes aldım ve ellerimi yumruk yaptım. İmparatorun bunu kasten yaptığını biliyordum ama asıl gerçek daha derinlerdeydi. İmparator zeki biri değildi, ne olursa olsun zevk ve keyif peşinde biriydi. Biri bunu ona zorla dayattırmış olmalıydı.

Ama kim benim savaşa gidip ölmemi isterdi ki?

Cevabı bilmeme rağmen kendime defalarca kez sordum. Kendi kızını neden öldürmek istiyordu anlamıyordum.

Marki beni -bir kadını- imparatoru kullanarak savaşa göndererek aşağılanmaktan kaçıyordu. Beni çağıran imparator olacağı için herkes imparator hakkında konuşacaktı. Tabii ki imparator bunu düşünemeyecek kadar aptaldı. Ona gelecek yuhalamaları duyduğunda ne tepki verecekti acaba?

Ama Marki zekiydi ve imparatorun sağ kolu olduğu için epey yetkisi vardı. İmparatoru uzun zamandır parmağında oynatıyordu ve şimdi de beni öldürmek istiyordu. Neden bu kadar nefret ediyordu Breena'dan?

Breena'nın geçmişini bilmiyordum. Çocukluğu ya da gençliği nasıl geçti emin değildim ama iç açıcı olmadığı kesindi. Yine de Marki sırf kızını sevmediği için mi ölüme gönderecek kadar mı iğrenç bir insandı?

Marki ile yüz yüze ikinci konuşmamızda korkudan titremiştim ama bunun nedeni Breena'nın bedeninin verdiği tepki olmuştu. Anladığım kadarıyla Breena Marki tarafından istismara uğramıştı.

Karşımda benden bir hareket bekleyen haberciye baktım. Az sonra söyleyeceklerimden her ne kadar nefret etsem de bu durumdan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım.

Ben... Ben savaşamazdım. Ne kılıç ne de yay kullanmayı biliyordum. Sadece bir kere kılıç dersine girmiştim o da çocuklara motive olsun diyeydi ve ders doğru düzgün olmamıştı bile.

Ben savaş meydanına girdiğim an ölürdüm, kolay lokmaydım ve aynı zamanda evde de olmam gerekiyordu. Abel hastaydı. Her an ölecek gibi yavaş ve uzun aralıklı nefesler alıyordu. Çocukları tek bırakamazdım, Abel'i hastayken yalnız bırakamazdım.

"Ben... Ben bir kadınım. Savaşa katılamam."

Haberci bu söylediğimi mantıklı bulmuş hâlde dudaklarını büzdü. Cinsiyet eşitsizliğinden nefret ederdim ama beni kurtaracak tek şey buydu şu anda.

Ama haberci sadece omuz silkti ve kâğıdı göstererek "İmparatorluk emri." dedi.

Yutkundum ve titrememi durdurmaya çalıştım.

Korkuyordum, çaresizdim ve kendimi yalnız hissediyordum. Beni olduğum durumdan kurtaracak kimse yoktu. Kapana kısılmıştım ve çıkış için hiç boşluk yoktu etrafta.

Israr etmek istedim. Bir kadın olduğumu tekrar tekrar söylemek istedim ama haberci geri adım atacak gibi değildi. Derin bir nefes aldım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

Haberciye tereddütle bakarak "Eşyalarımı almam ve vedalaşmam için süre verecek misiniz?" diye sordum. Haberci başını salladı ve beni tamamen baştan aşağı süzerek geleceğimden emin olduktan sonra odadan çıktı.

Bakışlarım ilk önce Abel'e sonra da Elvis'e döndü. Hızla ayağa kalktım ve Elvis'in önünde durdum. Gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladım çünkü beni dinleyip anladığından emin olmak istiyordum.

GRANDÜŞES'İN İMTİHANIWhere stories live. Discover now