GİRİŞ - ANİ ÖLÜM

25.5K 1K 381
                                    

Ölüm beni daha hayatımın aşkını bulamadığım bir zamanda buldu.

Normal bir günün ardından çalıştığım şirketten çıktım. Fazladan mesai yapmıştım. Belgelerin toparlanması ve düzeltilmesi gerekiyordu. Bu da iş arkadaşlarım tarafından bana yıkılmıştı. İşkolik sayılabilecek biri olduğum için de kabul etmiştim.

Şirketten çıkıp kaldırıma adım attığımda yüzüme esen rüzgâr saçlarımı havalandırdı. Yavaşça otobüs durağına ilerlerken gözlerim telefonumdaydı. Annem bir sürü mesaj atmış ve işten çıkıp çıkmadığımı sormuş durmuştu.

Ona kısa bir mesajla işten çıktığımı yazıp telefonu cebime kaldırdım. Otobüs durağı bulunduğum saate göre fazlasıyla doluydu o yüzden yolun yakınında durmak zorunda kaldım.

Telefonumu cebimden çıkarıp internette oyalanmaya başladım. Arada yola bakıp otobüsün gelip gelmediğine bakıyordum.

Arkamdan gelen tıkırtıyla arkama döndüm. Yaşlı bir kadın elindeki bastonunu düşürmüş ve belini tutarak eğilmeye çalışıyordu. Yere çömelip bastonunu almasına yardım ettim. Kadın ellerimi tutarak teşekkür ettikten sonra yaşlılığın izleri belli olan yüzünü bana çevirerek gülümsedi.

Tekrar önüme döndüğümde bakışlarım telefonuma düşmüştü. Saat artık on olmuştu ve otobüs gelmemişti bile.

Kulağıma gelen otobüs sesiyle bakışlarım otobüsün geldiği yere çevrildi. Aniden sırtımda hissettiğim baskıyla öne doğru yalpaladım.

Başım yana döndüğünde son hızla otobüsün önüne geçmiştim. Sendelememle bana doğru gelen otobüsün farları gözlerimi kamaştırdı. Birkaç saniye sonra bütün bedenimi kaplayan acıyla savruldum. Ağzım boş bir çabayla çığlık atmak için açıldı ama hiçbir ses çıkmadı.

Bütün bedenim acılar içinde kıvranmaya başladı ve sıcak bir sıvının yayıldığını hissettim. Bilincim kapanırken birkaç çığlık duydum ama gözlerim çoktan kapanmıştı.

Karanlık beni içine alırken elimden hiçbir şey gelmedi.

***

Gözlerim titreyerek açıldı ve korkuyla doğruldum. Elimin altındaki ipek çarşafı hissederken ellerim vücudumda gezindi. İster istemez kan ve yara aradım ama nafileydi. Tamamen sağlıklıydım.

Nefesim düzelirken yaşadığım -yaşamış olduğunu düşündüğüm- şeylerin rüya olduğunu düşündüm. İşte o anda fark ettim.

İçinde olduğum oda ve bulunduğum yatak tanıdık değildi. Tavanlardaki aşırı süsler ve desenler buranın bir hastane olmadığını gösteriyordu. Korkuyla etrafa bakınırken soldaki kapı tıklatıldı ve içeri elinde bir tas şu taşıyan bir hizmetçi girdi. Ya da öyle giyinmiş biri.

Hizmetçi kız bana hızlıca gülümsedi ve elindeki tası yatağın yanına koyup havluyu da yanına yerleştirdi. Kız bana yaklaştıkça istemsizce geri çekildim.

Nefeslerim tekrar hızlanırken kıza baktım. Bu kızı tanımıyordum ama benden küçük duruyordu. Her neredeysem bana belki yardım edebilirdi.

"Sen kimsin? Beni buraya neden getirdiniz?"

Kızın yüzünde bir an önce şaşkınlık belirdi ama belirdiği gibi kaybolup küçük bir kahkaha attı. "Çok komiksiniz, leydim. Ama maalesef deli ya da hafıza kaybı numarası yaparak evlilikten kaçamazsınız.'"

Leydim mi?

Numara yapmak mı?

Evlilik mi?

O anda korkudan terlediğim için yüzüme yapışan saçı çekecekken saçın rengini fark ettim. İki elimde saçıma giderken küçük bir çığlık attım. Hizmetçi kızın kaşları bu sefer gerçekten çatıldı.

Yataktan hızlıca çıkarak kendimi en yakın aynanın önüne attım. Gözlerim gördüğüm şeyle büyürken ağzım çığlık atmak için açıldı ama sadece küçük bir iniltiydi çıkan.

Aynada gördüğüm kişi ben değildim. Bana asla benzemiyordu. Kahverengi saçların benim simsiyah saçlarımla, karşımdaki yeşil gözlerin benim kahverengi gözlerimle hiçbir alâkası yoktu. Bu ben değildim. Olamazdım.

İçimden bunun bir rüya olmasını umarak yere çömeldim. Gözlerimi aynadan ayırdım. Yanaklarımın ıslaklığından ağladığımı anladım. İmkansızdı. Olamazdı.

Hizmetçi kız yanıma çömelerek ne olduğunu anlamaya çalıştı ama ondan uzaklaştım. Hiçbir şey rüya değildi. Kendimi bir kez çimdikledim. Bir şey olmadı.

Rüya değil.

Ama olmalı.

Bir kez daha çimdikledim ama acı oradaydı. Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken kendimi sakinleşmeye zorladım.

Ölmüştüm. Araba bana çarpmış ve ölmüştüm. Ama burası neresiydi? Neden bana leydim diyordu? Hizmetçi kıza doğru başımı çevirdiğinde bana endişeyle baktığını gördüm. Bu vücut her kiminse ona değer veriyor olmalıydı.

Hizmetçi kız bir kere daha uzandı ama bu sefer uzaklaşmadım. Elini koluma koyarken nazik bir sesle konuştu.

"İyi misiniz Leydi Breena?"

Dondum ve derin bir nefes aldım. Gözlerim gözyaşlarımdan dolayı biraz bulanık da olsa olduğunca bakışlarımı hizmetçi kıza odakladım.

Bu ismi biliyordum.

"Soyadımın ne olduğunu söyler misin?"

Hizmetçi kız bana büyük bir şaşkınlıkla baktı ama umursamadım. Bunun öğrenmem gerekiyordu.

"Leydim iyi misiniz? Eminim bir doktora görünseniz iyi olu-"

"Soyadım ne?"

Hizmetçi derin bir nefes aldı ve kolumu biraz daha sıkarak bana biraz acımayla baktı.

"Tabii ki Conrad. Siz kralın en önemli danışmanı ve sağ kolu Marki Conrad'ın biricik kızısınız. Siz Breena Conrad'sınız."

Dünya o an dönmeyi bıraktı. Zaman akmadı. Sadece ben ve düşüncelerim kaldık. Bu ismi biliyordum. Bu soyadı biliyordum.

Bunlar bir romanın karakterlerinin isimleriydi. Uzun zaman önce okuduğum ama asla unutmadığım, en sevdiğim romanın karakterlerinin.

Ve ben de okurken çokça sövdüğüm bir karakter olmuştum. Romanın kötü karakteri olan Breena Conrad.

Grandük'le evlenecek ve onun beş çocuğunun üvey annesi olacak kötü kadındım. Ve hizmetçinin dediğine göre bugün evleniyordum.

Evet, hayatım gerçekten daha kötü olamazdı.

Giriş bölümünü attım! Genelde hikâyeler başlarken çok fazla umudum oluyor ve sonradan ilhamım gidiyor. O yüzden umarım sonuna kadar götürebilirim 🧚🏻‍♀️🧚🏻‍♀️

Böyle hikâyeleri  okurken eğlendiğim için kendim de bir tane yazmak istedim 💕 oylamayı ve yorum atmayı unutmayın 🧚🏻‍♀️

GRANDÜŞES'İN İMTİHANIWhere stories live. Discover now