Karşımda olduğu kılık; kep, füme sporcu kıyafetleri, yine aynı tonlarda koşu ayakkabıları yüzünden kısa bir tereddüt yaşadım, küvetin içindeki gözlüklü ile aynı adam mı diye. Ama gözlerini dakikalardır onu izleyen gözlerime sabitleyince emin oldum.

"Portakal suyunuz Cesur bey." dedi Annie, ellerini önünde kenetlemiş, yüzünde nedense beni rahatsız eden bir hürmet oluşmuştu. "Kahveniz de iki dakikada hazır olacak." Ağzına kadar dolu bardağı çoktan hazır etmişti. Aynı servisten benim için de hazırladı. Benim minik bir yudum aldığım meyve suyunu ter dökmenin yaratmış olduğu sıvı ve şeker kaybından olsa gerek Cesur tek nefeste bitirdi. Elinin tersiyle kibarca ağzını silerken "Milo nerede?" diye sordu.

Anni "Eksikleri almaya gitti, Cesur Bey." diye açıkladı.

"Geldiğinde derhal çalışma odasına çıksın."

Anni onaylayınca Cesur "Yemeğini bitirdin mi?" diye sordu. Sorunun muhatabı bendim.

Başımı salladım. Yanımdaki sandalyenin ardında ayakta bekleyen varlığı hoş izlenimler vermese de dün yarım kalan konuşmayı devam ettirebilmek için adım atmak istiyordum. Ayrıca herhangi bir üçüncü kişinin yanımızda oluşu baş başa kalmaktan daha iyi olur diye düşünüyordum ama kafamı kaldırdığımda Anni'yi ortalarda göremedim.

"Bana eşlik eder misin?"

 "Olur." 

Merdivenleri es geçti. Karanlıkta kalan bir bölmedeki kapıyı benim için açık tuttu. Asansör dardı. Cesur'dan yayılan sigara, ter, çim ve kahve kokusu her yeri sarmıştı. Elindekini yudumlarken çıkacağımız katın tuşuna bastı. "Son zamanlarda yaşadığım bir takım olaylar yüzünden kafam dağınıktı. İyi bir ev sahibi gibi davranamadım."

Kupkuru sesine karşılık "Ben de yeni uyanmıştım. Karşılıklı bir kafa dağınıklığı söz konusuydu yani." dedim. Beyaz yalanlarla süslenmiş yapay arabuluculuğa ikimiz de isteksiz ama mecburduk.

"Levon..." Kendi kendine mırıldanır gibiydi. "Anlamı ne?"

Çalıştığım yerden sormuştu. Takibi koridorda sürdürürken cevabını verdim ama yanıtla ilgilenir görünmemişti.

Kötü anılar çağrıştıran çalışma odasındaydık. Tek duvarı boydan boya raflarla kapla kitap kokulu bu odanın ucunda Fransız camın önünde ceviz bir masa, ortada küçük bir sehpanın etrafında oturma grubu vardı. Nubuk koltuklardan birine yerleştiğimde dün geceki ayaklı küvet hemen sağ taraftaki ahşap paravanın ardında kalmıştı. Cesur kepini çıkardı. Masanın ardındaki sandalyeye oturacağını zannetmiştim ancak uzun bedenini eğip çekmecelerden ilkini açtı. Metal tabaka avucunda parladı. "Vaktin olduğunda konuşalım demiştin. Ayrıca netleştirmek istediğim birkaç konu var."

"Dinliyorum." dedim sigara ikramını geri çevirdikten sonra. Cesur bir bacağını masaya kaldırarak bedeninin tüm ağırlığını vermeden oturdu. "Sehpanın üzerindeki cüzdan senin. Her zaman yanında taşımanı istiyorum."

İdrak için birkaç saniyeye ihtiyaç duydum. "Bunu kabul edemem, Cesur Bey-"

"Cesur." Elim bir hatayı düzeltmek ister gibiydi sesi. "Yanlış anladın sanırım Levon. Cüzdanı kullanman için değil sadece üzerinde taşıman için veriyorum."

"Neden?" 

Uzun bir sessizlik oldu. Cesur'un gözleri yerde bir noktaya sabitti ve sigarasının olduğu elindeki baş parmağının iç kenarını dişleriyle hafif hafif eziyordu. Parmaklarının birkaçında bant sarılıydı. Benimki gibi çocukluktan kalma bir çeşit alışkanlıktı galiba.

"Odanı beğendin mi?" Sorusunun cevabı beklemeden devam etti. "Beğenmediysen değiştirsinler."

"Beğendim, gerek yok." Aklım hala cüzdandaydı.

"İyi.." Burnundan gri dumanı salarken usul usul başını salladı. "Çağrılmadığın taktirde akşam sekizden sonra çıkmazsın oradan. Üç ay göz açıp kapayıncaya kadar geçer böylece."

Şaşkın dudaklarımdan iki kelime düştü. "Üç ay?"

"Programda tanımlı müddet üç ay." 

Takıldığım şeyi anlamamıştı. İyi ki anlamamıştı. Zira ben bu evde sadece iki hafta kalmayı planlıyordum ve bunu Cesur'un bilmesine gerek yoktu zaten.

"Odada hapis mi olacağım yani?" sordum şikayet eder gibi.

"Hayır, Levon." Dudaklarının ucuna kurnaz bir kıvrım ilişti. "Gün içinde istediğini yapmanda sorun yok. Söylediklerim gece için geçerli."

Kararsızlıkla ağzımı araladım ama aniden bastıran suskunluğa teslim oldum. Gerginliğimi önce olası fevri bir hamle ile gizlediklerimi açık etme korkuma yordum sonra işittiklerimin şaşırtıcılığına. Ama hiçbiri değildi. Huzursuzluğumun kaynağı Cesur'un ne söylediği değil nasıl söylediğiydi. Tek odağı itaat olan sözcüklerinde gizli gözdağı varlığını hissettiriyordu. Rica gibi görünen her şey aslında talimattı.

"Peki gece..."

Fısıltım yüzünde mesken tutan ifadesizliği değiştirmeye yetmedi. Sigarasını kül tablasında izmarit haline getirirken diğer elini uzattı. Yüzüme yönelen parmakları karşısında ne yapacağımı bilemezken "Levon.." diye gıcırdadığını duydum çatallı sesinin.

Dokunuşu yanağımı teğet geçti, boynuma ulaştı. Belli belirsiz hafif bir tüy gibiydi. İki parmağını kulağımın hemen altındaki noktaya bastırdı. Tenimi ezerek uzaklaştı. "Böyle şeyler kullanmana gerek yok, Levon." Tenime sürdüğü parmaklarını burnuna bastırdı. "Geceleri beni beklemene gerek yok." Kararmış gözlerinde kötücül alevler yanıyordu sanki. "Asla bir sıçanı altıma almam."

Yutkundum ama boğazıma oturmuş yumrudan kurtulamadım. Cesur anlamıştı. Esse kılığına girmiş bir yalancıyla karşı karşı olduğunun farkındaydı.

   •••

NUD - GayWhere stories live. Discover now