VII.

4 0 0
                                    

Dün eve girdiğim andan itibaren bir sürü soru yağmuruna tutulmuş, ardından kısaca açıklama yaparak odama geçmiştim. Başımı yastığa koyduğum andan itibaren, bütün olan bitenlerin ağırlığı ve yorgunluğu üzerime sinmişken, göz kapaklarım bir türlü kapanmamıştı. Sabahın saatlerine karşı zor da olsa bir kaç saat uyuyabilmiştim. Bütün bedenim bir kaç gündür uykusuzluğumun verdiği harabiyeti yansıtıyordu ama içim dingindi. Zaten ruhumun derdi başkaydı...

"Bu halin ne senin?" Neredeyse dolu olan kahve demliğini makinenin haznesinden çıkarıp büyük bir fincana doldurmakla meşguldum. Her gün itinayla benzer soruları yöneltmekten bıkmadıkları için, davranışımın umursamadığımı kanıtlar nitelikte olacağını düşünerek hareket ediyordum. Kahveden bir yudum aldığımda, sıcak kahvenin boğazımdan akıp gidişi beni mutlu etmişti. "Sana söylüyorum Defne, cevap verecek misin?" diyerek beni zorluyordu.

"Sustuğuma göre?" Cevap vermeyecektim.

"Küstahlaşma." diyerek net bir uyarıda bulunduktan sonra sözlerine devam etti. "Canına kastın mı var senin, neden doğru düzgün uyumuyorsun?" Gözlerimi devirdim.

"Uyuyabiliyor muyum anne! Beynim patlıyor, huzursuzum ve uyuyamıyorum!" dedim adeta bir volkan gibi püskürerek. Her şeyi sindirmesi zaten zordu. Üstüne aldığım ilaçlar aklımı bulandırıyor, hazmetmem daha da zamanımı alıyordu. Bunu biliyor olmalarına rağmen bu kadar üstüme gelmeleri inanılır gibi değildi. "İstediğinizi yapıyorum, her gün her gün bıkmıyor musun üstüme gelmekten. Mantalitem kalmadı bak, ölüyorum günden güne ama yine de istediğinizi yapıyorum." dedim gözlerimi devirirken ve adımlarımı bahçeye doğru yönlendirdim. Sadece iki saniye nefes alabilmek, herkesin aklındaki sorulardan kaçmak istiyordum. Sanki bir şeyler söyleyebilmeye mecalim varmış gibi davranıyorlardı.

Ayakta bile duramadığımı hissederek solumdaki koltuğa kendimi attım. Güneş tam tepemden yakıcı derecede gülümsüyordu. Gözlerimi bir iki saniyeliğine kapatıp güneşin sıcaklığını, beni mayıştırmasını hissettim.

"Defne." İki saniyeden fazla huzuru tattığım için cezalandırılıyordum. Başka açıklaması olamazdı.

Bu bir şaka olsun ya, lütfen biri bana eşek şakası yapıyor olsun. Ben daha fazla kaldıramayacağım çünkü.

"Ne işin var senin burada? Kim aldı seni içeri?" Gayet sakin bir şekilde yöneltmiştim sorularımı. Yüzüne bile bakma çabasına girmemiştim.

"Melek Teyze." diye kısa bir açıklama yapıp, gereksiz laf dinlemekten kurtarmıştı beni. Son bir kaç gündür yaptığı en güzel şey olabilirdi bu.

"Niye geldin ki sen Uygar, ben sana gel mi dedim?" dedim oturduğum yerde iyice diklenerek. Ona bakarak konuşuyor olmamdan güç almış gibi gelip bana doğru dönerek yanıma oturdu.

"Arayacağını söylemiştin, aramadın. Bir sürü mesaj yazdım hiç birine geri de dönmedin. Merak ettiğim için geldim ve konuşmak için." Allah'ım bu işkence ne zaman bitecek?

"Ben konuşmak, dinlemek istemiyorum dedikçe sen iyice yakama yapışıyorsun Uygar. Keşke tek derdim sen olsaydın ama değilsin. O yüzden ne söyleyeceksen kısa bir şekilde anlat ve git lütfen." Umurumda olmadığını kanıtlar nitelikteki ses tonum onu şaşırtmıştı. Göz temasını bile yalnızca bir kaç salise tutmuş ardından kahvemden yudumlamıştım.

"Sanki karşımda başka bir Defne var, ben seni tanıyamıyorum. Benim aşık olduğum kadın böyle birisi değildi. Utangaç, sevimli, anlayışlı, biraz dik başlı ama bir o kadar sevecen bir kadındı. Şimdi bunların esamesini gözlerinde görmüyorum. Soğuk birisine dönüşmüşsün." Sözlerinin ardından gözlerine uzunca bir süre baktım. İçimdeki kararlı, acımasız kadını bir kez daha görmesini dileyerek baktım. Çünkü doğru söylüyordu, karşısında eski Defne yoktu.

BERCESTEWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu