┊❝ GİRİŞ ❞┊

Start from the beginning
                                    

Kendimi çabucak kasvetli bir rutine kıptırarak yaz mevsiminin büyük kısmını yalnız başıma geçirmiştim. Dedemle babaannemin antikalarla dolu karanlık evinde kahvaltı ettikten sonra bütün bir sabahı, yirmi dört saat kesintisiz klasik filmler gösteren küçük, loş Paris sinemalarından veya en çok sevdiğim müzelerden birinde geçirmek âdetim haline gelmişti. Sonrasında eve dön,günün geri kalanı boyunca kitap oku,akşam yemeği ye, yatakta uzanarak tavanı seyret, nadiren uykuya dal. o da kâbuslarla dolup taşsın. Sabah kalk, aynı şeyleri tekrar yaşa.

İnzivamı bozan tek davetsiz misafirlerim, New York’taki arkadaşlarımdan gelen e-postalardı. “Fransa’da hayat nasıl?" diye başlıyordu hepsi.

Ne söyleyebilirdim ki? İç karartıcı? Anlamsız? Annemle babamı geri istiyorum? Onun yerine yalan söylüyordum. Onlara Paris’te yaşamaktan dolayı çok mutlu olduğumu anlatıyordum. Jennifer'ın  ve benim Fransızcamızın akıcı olmasının büyük şans olduğunu, çünkü bir sürü yeni insanla tanıştığımızı... Yeni okuluma başlamak için sabırsızlandığımı...

Söylediğim yalanların amacı onları etkilemek değildi. Benim için üzüldüklerini biliyordum, sadece onları iyi olduğuma ikna etmek istiyordum. Ama ne zaman “gönder" tuşuna bassam ve sonra dönüp kendi yazdığım e-postayı okusam, gerçek hayatımla onlar
için yarattığım kurmaca hayat arasındaki uçurumun ne kadar büyük olduğunu fark ediyordum. ki bu beni daha da dibe çekiyordu.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de başıma  Robert belası çıktı. Robert, okulda benden hoşlanan çocuklardan biri. Tek fark diğer çocukların Robert kadar inatçı ve yapışan olmamaları. Robert tam bir baş belasıydı. Okulda çıkmadığı kız kalmamasına rağmen benim peşimde neden bu kadar dolandığını hala anlamıyorum. Kabul ediyorum ortalamanın üzerinde yakışıklı bir çocuk okuldaki basket takımında olduğu için kızların yarısı peşinde koşardı. Ama bu her yakışıklı çocukla çıkacağım anlamına gelmez. New York'dan taşınmama rağmen her gün neredeyse aralıksız e-posta atıyor. Cevap vermememe rağmen ısrarla yazmaya devam ediyor.

En sonunda. aslında hiç kimseyle konuşmak istemediğimi anladım. Bir gece arkadaşım Claudia’ya yaracak biraz olsun olumlu bir şeyler bulabilmek için on beş dakika boyunca ellerim klavyenin üzerinde hazır şekilde çaresizce oturup kalakalmıştım. Sonra mesajı kapattım, derin bir nefes aldım ve e-posta adresimi tamamen iptal ettim. Gmail emin olup olmadığımı sordu. Kırmızı butona basarken. “Kesinlikle evet” dedim kendi kendime. Omuzlarımdan koca bir yük kalkmıştı. O günden sonra dizüstü bilgisayarımı çekmecenin birine kaldırdım ve okul başlayana kadar da bir daha açmadım.

Babaannem ile Jennifer dışarı çıkıp biraz insanlarla kaynaşmam için beni teşvik etmeye uğraşıyorlardı. Ablam, beni, kendisi ve arkadaş grubu ile birlikte nehrin yanı başına kurulmuş suni plajda güneşlenmeye, barlarda canlı müzik dinlemeye ya da hafta sonları sabahlara kadar dans ettikleri kulüplere davet ediyordu. Bir müddet sonra, beni çağırmaktan vazgeçtiler.

“Olanlardan sonra hâlâ nasıl dans edebiliyorsun?” diye sordum bir gece ablama; odasında yerde oturmuş, duvardan alıp kitaplığa dayadığı süslü, yaldızlı aynasının karşısında makyajını yapıyordu.

Jennifer ve benim neredeyse hiç ortak özeliğimiz yok. Hatta insanlar bizim kardeş olduğumuzu duyduklarında baya şaşırırlar. Onun kısa kahverengi hafif kızıla çalan  saçları, esmer tenine serpilmiş ufak ve seyrek çilleri ve koyu kahve çekik gözleriyle tamamen babama benziyor. Bense bunların tam tersiyim. Sarı, uzun ve her zaman düz duran saçlarım mavi-yeşil tam olarak hangi renk olduğunu anlayamadığı gözlerim ve sanki yıllardır güneşe çıkmıyormuşum gibi duran beyaz ve soluk bir tenim var . sanırım bende annemin kopyasıyım. O da benim gibi uzun boyluydu. Jennifer neredeyse her zaman beni ne kadar kıskandığını dile getirir. Bendeki kıvrımların onda olması için her şeyini verirmiş. Aslında etrafımdaki herkes çok güzel olduğuma dair sürekli beni över ama güzellik pek de benim önemsediğim bir şey değil. Bu tamamen Jennifer'ın ilgi alanı. Sırf bu yüzden gittiğimiz her yerde beni bir arkadaşıyla tanıştırır ve çöpçatanlık yapmaya çalışırdı. Bende kibar bir şekilde onu uyarırım. Tabi ne kadar kibar olabilirsem.

GERİ DÖNEN Where stories live. Discover now