1.BÖLÜM

290 19 20
                                    

ACI DOLU BİR HAYAT ÖYKÜSÜ

Kendini duvardan duvara çarpan annemin, feryadı, yürekleri parçalıyordu. Sanki ateş içinde diri diri yanan bir insanın dayanılmaz acısı içindeydi. İnsanı kendinden alan çığlıklarını susturmak, teselli etmek ne mümkündü. Onu teskin etmek isteyenler bile bu tablo karşısında annemden daha beter olmuşlardı.

Tırnak darbeleriyle parçaladığı yüzünden kanlar akıyordu. Her gün üzerinde görmeye alıştığım kırmızı elbisesindeki güllerin içine sızarak kaybolan kan, yüreğimi sızlatıyordu. Herhâlde gerçek yanış, gerçek alev, gerçek kor bu olmalıydı. Çünkü bu ateş yalnız annemi
değil, yaşananlar karşısında çaresiz kalanları da yakıyordu.

Bütün olaylar yaşanırken altı yaşındaydım. Olup bitenlere bir anlam veremiyordum. Tek hissettiğim şey, bir ateş topuna dönen annemin
dramı karşısında, çocuk kalbimin tarifsiz hüznüydü. Bir ömür boyu bu sahneyi unutamadım.

Kapımıza gelen bir askerin, anneme bir kâğıt vermesi, bu hüznün başlangıcıydı. Çok kötü bir haber getirdiği belliydi. Çünkü annem kâğıda bakar bakmaz, bir anda kendini yerlere atarak ne yaptığını bilmeyen çocuklar gibi sinesini dövmeye, saçlarını yolmaya başlamıştı. İşte evimizde kopan kıyamet de ondan sonra başladı.

Annemin dur durak bilmeyen çırpınışları… Hadiseyi haber alarak gelen, komşularımızın ve akrabalarımızın şaşkınlıkları... Sağa sola çaresizce koşuşturan insanlar...

Hiç kimse birbirinin dediğini anlamıyor, olayı doğru dürüst yorumlayamıyor, kimse annemi teselli edemiyordu. Yaptıkları tek şey,
birbirlerine sarılıp ağlamaktı.

Evin tek çocuğu olan ben ise kendini helak eden annemin öleceği korkusuna kapılarak daha o yaşta tarifsiz acılarla ve bunalımlarla
tanışmıştım.

İşte benim çocukluğum, böyle hazin bir şekilde başladı.

Annemin dünyası yıkılmış, ümitleri sönmüş, hayalleri kül olup uçmuştu. Artık bize huzur ve mutluluk, daha hayatın başındayken sırtını dönmüş, acı ve elem ise arkadaş olmuştu. Öyle ki bir türlü bitmeyen, dinmeyen ve soluk aldırmayan umutsuzluk yakamızı
bırakmıyordu.

O gün, askerin getirdiği acı haber, bir ömür boyu, kapanmayan bir yara gibi işlemeye, yüreğime acı doldurmaya devam edecekti. Beni sevmeden, koklamadan, “güzelim”, “tatlım”, “bir tanem”
demeden evden dışarı çıkmayan babam, Kıbrıs Savaşı’nda şehit düşmüştü. Babamın bu şerefli sonu maalesef bize çaresizlikten başka bir şey getirmemişti. Sanki pusuya yatan kara haberler
bugünü bekliyordu.

Artık annemle birlikte yalnız yaşayacaktık. Bu çetin, zor ve dayanılmaz günler, bizim için dişlerini bilemiş, bizim için acı tuzaklarını kurmuştu. Gelecek günlerin ne kadar ıstırap dolu olduğu o günden belliydi.

Böyle Bir Sevda Görülmemişti

Babam şehit olduktan sonra annem kendini toparlayamadı. Aylarca aç susuz babamı sayıkladı. Sanki vücudu üzüntüden, kederden
eriyip aktı, cenazeye döndü.

Bir gün olsun, annemin gözlerini kuru göremedim. Sel gibi akan yaşları, kıpkırmızı gözleri, durmadan çarpan yüreği ve içini kavuran
ayrılık ateşi...

Böyle bir sevgi, böyle bir aşk, böyle bir sevda hiç görülmemiştir. Bunun için derler ya “çok muhabbet, tez ayrılık getirir” diye. Öyle de
oldu. Birbirlerini ölesiye seven bu iki insan, ancak yedi yıl evli kalabildiler.

KENDİNİ ARAYAN KADIN {TAMAMLANDI}Where stories live. Discover now