17

668 81 92
                                    

Beklemek umudu azaltıyordu. Özlem yüreğini kıskacı altına almış sıkarken dolan gözlerini sildi. Saatlerdir ayrılmadığı pencere kenarından yolları gözlemeye devam etti. Her geçen atlıda yüreği kıpır kıpır oluyor, sonra kırılan hevesiyle yerine oturuyordu geri. Kaç gün olmuştu, kaç gündür bekliyordu? Döneceğim dedi diye hatırlattı kendine, o sözünün eri bir adamdı öyle değil mi? Dönecekti.

"Sehun!" Ona seslenen abisiyle başını pencereden ayırmadan cevap verdi.

"Efendim Hyung?"

"Mektup gelmiş sana." dedi Junmyeon. Genç omega heyecanla odasından çıkarken elinde zarfı tutan abisine koştu.

"Kim? Kimden gelmiş?"

Junmyeon kıstığı gözleriyle okumaya çalışırken elinden çekerek aldı zarfı.
"Chanyeol mü?" diye mırıldandı hayal kırıklığı ile. Tamam, onu da çok özlemişti fakat beklediği o değildi. Yine de belki mühim bir haber vardır diye umudunu yitirmedi. Lakin her okuduğu satırda omuzları düştü, dudakları titredi.

"Hayır.." dedi ağlamaklı sesiyle kağıt parçasını avucunda sıkarken. "Hayır, o iyi olacak."

Junmyeon ayakta zor duran kardeşini tutarak kendine yasladı. Savaş en ücradaki köylerde bile duyulmuş, etkisini hissettirmişti.

"Mühürlünden haber mi geldi?" diye sordu temkinlice. "Ne yazmış Chanyeol?"

Genç omega gözyaşları içinde başını salladı. Daha fazla burada kalamazdı. Jongin ona dönemediyse o yanına giderdi.

Ailesinin ikazlarını kulak ardı ederek Yaşlı Zhou'ya atlayıp şehrin yolunu tuttu. Chanyeol mektupta savaşın bittiğini, zafer kazandıklarını da yazmıştı. Bütün üzüntüsüne rağmen göğsü gururla kabarmıştı. Başaracağına emindi ve başarmıştı. İşte Kim Jongin böyle bir adamdı. Basit bir kılıç yarasını mı yenemeyecekti yani? Palavra. Onlar Komutanı tanımıyorlardı.

Yol günler sürdü. Genç omega kalbinde filizlenen umut tohumlarına sarılmış, yol boyu sulamıştı o tohumları. Nihayet saraya ulaştığında ise saray muhafızları tarafından karşılanmıştı.

"Ben.." dedi artık yorgunluktan bacakları titrerken. "Ben Park Chanyeol'ün kardeşiyim." Eskiden kaçak sayılsa bile artık adının aklandığını düşünüyordu.

Muhafızlar birbirine tereddütle bakarken onlara dil dökecek gücü bulmaya çalışıyordu ki uzun saçlı hizmetçiyi gördü. Onu tanıyordu, Jongin gibi casuslardan biriydi.

"Sorun ne?" diyerek olaya el atan mutfak hizmetkarı diğerlerinden farklı bir askeri üniforma içindeydi. Sehun şu an bunu düşünecek kafaya sahip değildi.

"Bu delikanlı Park Chanyeol'ün kardeşi olduğunu söylüyor Yüzbaşı Lu."

Demek yüzbaşıydı ha.. Noktisle uzlaşma sağlanmıştı anlaşılan.

"Evet." dedi Luhan. "Damadın kardeşini neden kapıda bekletiyorsunuz, alsanıza içeri."

"Ama-"

"Eminim ki Komutan Do da benimle aynı fikirdedir." diyerek itiraz etmelerini engellerken Sehun rahatlamış bir nefes verdi. Günlerce at üstünde Jongin'i görmek uğruna yol gelmişken kapıdan gönderilmeyi kaldıramazdı.

"Teşekkür ederim." dedi minnetle yüzbaşına bakarken. Zamanında ona saçaklı dediği için kendini kötü hissetmişti. Sanki karşısındaki bunu biliyormuş gibi yanakları kızarsa da Luhan Jongin'in anlattıklarından fazlasını bilmiyordu.

"Mühim değil." dedi genç alfa. "Jongin'i görmeye mi geldin?"

Sehun şaşırsa da başını salladı. Nereden biliyordu ki? Yine de bunu sorgulayacak zaman değildi. Aklı fikri esmer komutandaydı. "Takip et beni." diyerek öne geçen alfayı izledi.

Yes My Prince!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin