Magnolia

161 22 58
                                    

Son diye tahmin ettiği müşteriyi güler yüzle uğurlarken, gün bittiği için mutluydu.
Arkasına dönüp eline aldığı bitkiyi saksıya yerleştirdi. Ona yeteceği kadar suyunu verdi.

Kamelya... Güzel bir çiçekti.

Önüne gelen görüntü ile gözlerini kırpıştırdı. Ya gerçekten çok yorulmuştu, yada kafayı en sonunda yemişti. Şimdi çiçeğe baktığı her an aklına o kusursuz yüz gelecekti.

Kafasını hızla iki yana sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Çiçeğe yandan bir bakış atıp ayağa kalktı. Gönül isterdi ki, bu çiçeği ona versin. Ama sever miydi ki? Muhtemelen hayır.
O günden sonra çiçeklerden hoşlanmadığını net bir şekilde anlamıştı.

Ellerini saçlarına götürüp karıştırdı. Her ne derdi varsa, onun için çok üzülüyordu. Merak etse de hiç sormamıştı.
'isteseydi, söylerdi öyle değil mi?'

Kendiyle olan sorularına son verip, saksıyı eline aldı. Dikkatli bir şekilde rafa yerleştirdi.

Bütün çiçeklerini gözden geçirip gururlu bir baba gibi ellerini beline koydu. Hepsine o tatlı gülümsemesini sundu.

Masaya geçerken çoktan eldiveni ile önlüğünü çıkarmaya başlamıştı. O sırada gözü duvardaki ince işlemeli saate takıldı.
Çoktan kapatma saati gelmişte geçiyordu.

Aceleyle eşyalarını yerlerine koyup, dükkandan çıktı. Kapıyı kitledikten sonra huzur bulduğu yere adımlarını yönlendirdi.

Evet, Chan yorgunluğunu atmak için eve değilde, genç oğlanın yanına gidiyordu.
Şu bir kaç günde anlamıştı. O olunca huzurlu olan yer daha huzurlu oluyor, ruhen ve bedenen dinleniyordu.

Düşüncelerin de ne zaman ona yer ayırsa, uzak bildiği yer daha da kısalıyordu. Ve buna hayret etmeden duramıyordu.

Gariptir ki, şikayetçi değildi.

Düşüncelerini hapsetmesi sorun değildi. Aklına her daim misafir olan bu çocuk, zamanı alıp götürüyordu sanki.
Tek kötü yanı ise, yanındayken de zaman kavramının olmamasıydı. Anlamıyordu ne zaman ayrılma vakitlerinin geldiğini. Yarın göreceğini bilmesine rağmen üzülmeden edemiyordu.

Chan, çoktan Changbin'e bağlanmıştı.

Göle vardığında gördüğü tatlı görüntü, istemsizce dudaklarının kıvrılmasını sağlamıştı.

Her zaman ki yerine oturmuş sesli bir şekilde gölde ki nilüferleri sayıyordu. Karıştırdığı her sayı ile sinirleniyor, parmağıyla takip ederek saymaya baştan başlıyordu.

Sevimliliğine dayanamayıp, yanına adımladı.

"Geç kaldın."

Bunu beklemediğini apaçık belli ederken elini ensesine atıp kaşıdı.

"Ah... Evet, dükkanda çiçeklere fazla dalmışım. Fark etmedim." çimenlere otururken ağzının içinde geveledi.

Changbin kafasını anlıyorum dercesine belli belirsiz salladı.

Chan, dikkatle onu süzerken, diğer günlerin aksine daha yorgun olduğunu fark etmesi uzun sürmemişti. Göz altları ve solgun teni ile, kendisine nazaran daha yorgun görünüyordu.

Sorup sormamak arasında kalırken, istemeden döküldü dudaklarından sözcükler.

"İyi misin? Bitkin görünüyorsun."

Endişeli sesi, kendini belli ediyordu Changbin için.

Yavaşça kafasını çevirip Chan'a baktı. 'sanırım nilüfer sayma oyunu buraya kadarmış.'

Sesli bir nefes verip onayladı.

"Anlatmak, o kadar da kötü bir fikir değil diye düşünmeye başladım."

Az sonra duyucaklarından habersiz, merakla onu dinlemek için daha da yaklaştı. Demek anlatacaktı.
'sonunda, sonunda onu neyin üzdüğünü öğrenebileceğim' diye düşündü.

_____________________________________________________________________

Düşünmeye devam et.

CAMELLİA °BinChan°Where stories live. Discover now