10. Adil Olmayan Fidye

Start from the beginning
                                    

Cümleler yetersizdi, cümlelerim yetersizdi.

''Bunu neden yapıyorsun? Birinin canını almak bu kadar kolay mı? Ne farkın kaldı, Gürsel'den. Onun yaptıkları yüzünden intikam istiyorsun, peki söyle! Senin ondan ne farkın kaldı?'' Sesim yüksek çıkmıştı.

Serter, Serter, Serter. Yalnızca adı zihnimde hareket ediyordu. Duyduklarım gördüklerimi kanatmıştı, silahsızdım, savunmasızdım. Tüm gücüm tükenmişti sanki, yine de omzumu dik tuttum. Bana hayatımı sunuyordu, hayatımı geçmişimi, gidişimi...Bana yeni tanımış olduğum bir adamla; hayatımı aynı anda sormuştu.

Çalınan hayatımı, Serter ile mi ödeyecektim?

Bu, adil bir fidye miydi?

''Gürsel ile aynı kategoriye koymazsan sevinirim, hem ben Tilt oluyorum ona.'' Güldü.

Elimi alnıma götürüp koltuğun önüne geldim ve işaret parmağımı doğrulttum. ''Bana seçenek sunmaya hakkın yok. İkimizde mağduruz. Ben de yandım, sen de yandın. Bunun bedelini de birine ödetmeyeceksin.'' Dedim.

Ömer hiç oralı olmayarak kravatını düzeltip bacak bacak üstüne attı. Rahat bir tavır sergiliyordu, her bir hareketini izliyordum. Detaylı incelediğimde, çelik gibi bir kalbin olduğunu fark edebiliyordum. Çelikten örtmüştü kalbini, kimseler kıramıyordu. İnsanları da bu yüzden kolay kolay gözden çıkarıyordu.

Yazık.

''Çıkarlarım söz konusu olduğunda, herkesi gözden çıkarırım.'' Gülümsedi. ''Öz çocuğum bile olsaydı, onu da gözden çıkarırdım.'' Öz çocuk kelimesini kullanırken gözlerimin içine bakmıştı imalı imalı.

Göğsümde şiddetli bir öfke yatıyordu. ''Peki, madem seçenek sunuyorsun.''

''Büyükelçi'yi mi gözden çıkarıyorsun yoksa?'' Diye sordu.

Yaralarımı sarıyordu o, yaralarımın kabuk bağlaması için üstün bir çaba sarf ediyordu. Gece korktuğumda, göğsünde uyumama izin vermişti. Yaralandığımda, hastanede kalmıştı. Sırf benim için, benimle evlenmeyi göze alıyordu. Bizim için çabalıyordu.

''İğrençsin, gerçekten iğrenç bir insansın.'' Dedim.

Elinde kayıtlarım vardı, beynim o kayıtları almam gerektiğini söylüyordu. Eğer alırsam, sonsuza kadar kurtulacaktım. Eylül ve Gürsel hapishaneye atılacak, ben ise aileme yaşatılan acıların nihayete eren sonuçlarını gülümseyerek izleyecektim.

Peki, ya mavi gözler?

Saçlarıma dokunamayan o adam ne olacaktı? Onun da bir ailesi vardı, kardeşinin olduğunu söylemişti. Hırsları vardı, kariyerine düşkündü, arkadaşları vardı...Semih vardı...Semih'i himayesinde yetiştirdiğini görebiliyordum. O çocuğun üzerine titriyordu. Babasını kaybeden Semih, Serter'i sığınak bellemişken ben nasıl böyle bir seçeneği kabul edebilirdim?

''Serter Güçlü.'' Derin bir nefes aldı. ''Petrol şirketine sahip olan babasının oğlu. Zengin bir ailede doğmuş...'' Güldü. ''Zaten, çok yaşamadı mı? Bence, iyi bir hayatı varmış. Ona bu kadar mutluluk yeter.''

Gözlerimi kıstım. ''Şükran'ın neden seni sevmediğini şimdi daha net anladım. Sen var ya asla sevilecek bir adam değilsin. O gün sahilde, üstün başın kötü bir halde gelip bana derdini anlattığın gün; gözlerinde insanlığa dair bir ışık gördüm ama sen...''

''Devamını getirme.'' Sözünü kesti.

Ellerim havada asılı kaldı. ''Seni karın, seni hiç doğmamış olan ama arzu duyduğun çocuğun dahi hiç kimse sevmez. Sen sevilecek bir adam değilsin, sen düpedüz yere atılan, fırlatılan, yok sayılan bir adamsın. Şükran'da erkenden fark etmiş ki kötünün iyisi diyerek Gürsel'de teselli bulmuş.''

KALBE SAPLANAN OKWhere stories live. Discover now