yirmiyedi - aşk?

2.8K 296 96
                                    

"Aşk" sözcüğü benim için ilk defa liseye geçtiğimde ortaya çıkmış bir şeydi. İlk ortaya çıktığı andan itibaren beni içinde bulundurduğu kararsızlık ve zaman zaman gelen karamsarlık da olsa yaşanılabilecek en güzel duygulardan birisiydi şüphesiz.

Her ne kadar geç tanışsanız da, başınıza geldiği zaman inanması güç derecede sizi afallatabilecek bir etkiye sahiptir.

Aynı zamanda sizi hazırlıksız da yakalar. Her ne kadar güzel yanlarından bahsetmiş de olsam, felaketler de aynı şekilde, insanı hazırlıksız yakalar, hatta hiç olmadığı kadar afallatır sizi. Üstünüze bir boğa gibi çöker, bütün ağrılığı altında ezilirsiniz. Ta ki bu ağırlığın altında kendinize gelip de kendinizi kurtarana kadar.

Pekala aşk da bir felaket midir? Aşktan kendinizi kurtarabilir misiniz?

Benim için cevabın elbette ki hayır olduğu açık. Beni ilk andan itibaren derin bir şekilde sarsıp, üstüme bir değil de sanki on boğa binmiş gibi bir etkiyle başbaşa bırakmıştı. Ve bana uğradığı ilk andan itibaren aynı etkiyi halen daha sürdürebiliyor olması bazen benim bile oldukça şaşırdığım bir durumdu.

Beni hiç olmadığım kadar mutlu etmiş, hayatımın en iyi zamanlarımı yaşamamı sağlamıştı. Ama ben bunların büyüsüne kapılıp giderken bir şeyin farkında değildim, sonrasında gelecek olan asıl kargaşanın.

Ve her insanın üzerinde bıraktığı gibi, ben de her şeyin güzel gitmesine alışmışken bir anda karşıma çıkan beklenmemişlik etkisi her şeyi yerle bir etmeye yetmişti.

İşte felaket ile aşk arasındaki fark da tam burada belli oluyor. Felaketler başlayacağı zaman ne ile karşılaşacağınızın ilk başta farkında olmasanız da kötü bir şeylere karşı durmanız gerektiğinin az çok farkında olabiliyorsunuz. Aşk ise tam tersi; öncelikle karşınıza çıkar, size daha önce hissetmediğiniz şeyler hissettirir ve sizi büyüsü altına alır. Ardından da bir fırtına misali yaşadığınız her şeyi darmadağın edip gider. Ne size hazırlanmanız için ne de sonrasında toparlanabilmeniz için zaman tanır.

Ve fırtınanın ardında bıraktığı bütün o dağınıklığın arasında savunmasız bir biçimde öylece oturursunuz. Ta ki biri gelip sizi tekrar kurtarana kadar. Ya da siz kendinizi kurtarmaya hazır hale gelene kadar.

-

Sabahki olanlardan sonra odadan normalde olandan biraz daha geç çıkmıştım. Aslında hiç çıkmayadabilirdim, sonuçta mazeret uydurmak benim için bebek oyuncağı gibi bir şeydi. Yine de, odada kendi başıma aptal aptal oturup kafayı yemek yerine, en azından okula gelip bizimkilerle zaman geçirmek daha cazip gelmişti.

Şimdi de her teneffüste artık rutin haline getirdiğimiz, her zamanki masamızda oturup gelen geçene sallayıp her şey hakkında konuşuyorduk, yani konuşuyorlardı. Ben de arada bir eğer beni ilgilendiren bir şey olursa konuya girip sonra tekrar sanki onlardan bağımsız bir şekilde oturuyormuşum gibi başka şeylerle ilgilenmeye devam ediyordum.

Bizimkiler kendi aralarında konuşmaya devam ederlerken ben de telefonumla ilgileniyordum. Biraz sonra masadan kulağıma dolan bütün o sesler kesildiğinde, sonunda kafamı kaldırıp neden birden konuşmayı kestiklerine bakmaya karar verdim. Gözümü kısaca masada gezdirdiğimde hepsinin bana baktığını görmemle tek kaşımı kaldırıp ben de aynı şekilde onlara bakmaya başladım.

Bir süre üçüyle de öylece bakıştıktan sonra Seungmin aramızdaki o garip sessizliği bozup "Hyunjin ile konuşsana" dedi. Bi anda dediği şeyin nereden çıktığını ilk başta anlayamamış olsam da gözümü birazcık etrafta gezdirdiğimde bize, daha doğrusu bana, resmen sönmüş gözlerle baktığını görmem çok da zamanımı almamıştı.

Ben de bir süre kafamı ona çevirmiş, öylece bakmıştım. Sonunda da masaya tekrar dönüp gözümü son bir kez bizimkilerde gezdirdim. Hepsi de sorgular ifadeleriyle bana bakıyorlardı. "Ne?"

"Konuşacak mısın?"

"Okulun, bu konuyu konuşmak için uygun bir yer olduğunu sanmıyorum"

Verdiğim cevabı elbette hiçbiri beklemiyordu ki, cümlemi bitirir bitirmez hepsinin yüzünde bir parlama belirdi ve yerlerinde birden hareketlendiler. "Ciddi misin şuan?"

"Olmamam mı gerekiyor?"

"Jeongin dur lan, aşırı heyecanlandım şuan" Jisung cümlesini bitirene kadar ortalarında oturduğu Felix ve Seungmin'i sallayıp durmuştu. Normalde olsa ikisi de rahatsız olup Jisung'a bir tane geçirmişlerdi fakat şuan hepsi, resmen benden daha heyecanlı bir halde oldukları için gelip tokat atsan umurlarında dahi olmaz gibiydi.

"Siz niye bu kadar sevindiniz"

"Abla biz çok üzülüyorduk, o yüzden"

Felix'in dediğine gülüp kafamı Hyunjin'e çevirdim. Neye bu kadar güldüğümüzü sorgular biçimde bakıyordu. Çok da uzun süre bakmadan tekrar masaya döndüm.

"İkimiz de üzülüyoruz."

"Biz kendini düşündüğünü sanmıştık"

"Haha, çok komik. Neyse, yani evet kendimi düşünüyorum daha çok tabi. Ama bir yerde Hyunjin'i de anlamaya çalıştım, onun da aynı şeyi yapması da aslında konuşmak istemem için bi sebep doğurmuş oldu."

Hepsi, çocuğunun başarısını dinler gibi parlayan gözlerle bana bakarken ben de gözlerimi her birinde gezdirerek konuştum. Geçirdiğim şu dönemde hepsinin bütün ilgisinin benim üzerimde yoğunlaşmış olması, kendimi cidden ufak bir çocukmuşum gibi hissetmemi sağlamıştı.

"Jeongin yemin ederim aşırı mutluyum. Hani yurtta olsak şuan ortalığı yıkmıştım" Dediği şeye ufak bir kıkırtı bırakıp kafamı yere eğdim. Uzun zaman sonra garip bir şekilde kendimi mutlu ve rahatlamış hissediyordum.

Şu sürede Hyunjin ile yaptığımız her şeyi aşırı özlemiştim. Her ne kadar konuştuğumuz ilk anda, direkt olarak eskisi gibi olamayacağımızı bilsem de bir yerlerden başlayabilmeye hazır olmam da büyük bir şeydi benim için. Son zamanlarda Hyunjin'in de bu konuda çabalıyor olması da bu konuda daha da umutlu olmamı sağlıyordu elbette. Sonuçta bu tür durumlar tek tarafın bir şeyleri düzeltmeye çalışması ile olabilecek gibi değildir.

-

valla asla emin degilim ne yazdim ne yaptim bilmiyorum cokkotuyum☹️

begenirsiniz umarim optum

roomates ,, hyunin ✓Donde viven las historias. Descúbrelo ahora